Markalaşmak
Günümüzde yalnızca ürün veya hizmet sunmak yetmiyor. Fark yaratmak, güven vermek ve hafızalarda yer etmek gerekiyor. İşte tam bu noktada "marka olmak" devreye giriyor. Marka; bir logodan, bir isimden ya da bir ambalajdan ibaret değil. Marka, bir vaattir.
Tüketiciye verdiğiniz sözün, kalitenin, sürdürülebilirliğin ve duygusal bağın ifadesidir.
Peki soru şu: Marka olduktan sonra bu değeri nasıl korursunuz?
Marka değeri, tutarlılık ister.
Kaliteyi her zaman aynı seviyede tutmak, müşteri deneyimini iyileştirmek, dijital varlığı güçlü yönetmek ve günün ruhunu yakalamak gerekir.
Bir markayı oluşturmak yıllar alabilir; ancak bu değeri bir krizde, bir iletişim hatasında kaybetmek an meselesidir.
O yüzden iletişim stratejisi kadar kriz yönetimi de markalaşmanın olmazsa olmaz ana parçasıdır.
Türkiyenin markaları, uluslararası anlamda özellikle baktığımızda
Koç Holding, Arçelik, Türk Hava Yolları, Mavi, Koton gibi kurumsal kültürlerini sağlam temellere oturtarak ve yenilikçi kalmayı başararak bu dengeyi sağladığını görmekteyiz .
Örneğin, Türk Hava Yolları, yalnızca bir ulaşım markası değil; aynı zamanda Türkiye’nin dünyaya açılan yüzü olmayı fazlasıyla başardı.
Kültürel değerleri taşırken, teknoloji ve hizmette de dünya standartlarını yakaladı.
Bilinirliği marka olarak o kadar fazla ki bundan 4-5 sene önce New York da bir teknoloji marketinde ödeme sorasında kasiyere uzattığım kredi kartında Türk Hava yollarının bir köşesinde sadece logosu vardı , kasiyer kartı gördüğünde direkt gülerek "Turkish Airlines" demesi bu işin çok fazlasıyla başarıyla ulaştığının minik bir örneği olduğunu anlamamak mümkün değil öyle değil mi?
Markalaşmada en önemli bir diğer başlıkta kuşkusuz son yıllarda çok büyük bir pazar oluşturan gastronomi…
Lezzetin kimliği hiç şüphesiz gastronomi de markalaşmak ile sağlanıyor,
Gastronomi, sadece karın doyurmak değildir; bir kültür aktarımıdır baktığımızda.
Özellikle Türkiyenin geçmişten günümüze uzanan geniş lezzet yelpazesi altında Anadolunun eşsiz ve benim için ayrı bir önemi olan, hikayesi olan yemekler, yemek kültürleri başta gelmekte.
Yerel tatların, reçetelerin ve hikâyelerin korunarak sunulması, gastronomiyi markalaşmada güçlü bir araç haline getiriyor.
Gaziantep’in UNESCO Yaratıcı Şehirler Ağı’na girmesi, Hatay mutfağının dünyada tanınması, Çeşme’deki slow food hareketi ya da Bozcaada’da butik restoranların sürdürülebilir tarım ile birleşmesi gibi örnekler, gastronomi-turizm ilişkisini gözler önüne bereketiyle seriyor.
Turizm de işte bu önemli etkenlerin birleşimiyle markalaşmada çatının en sağlam noktasında yer alıyor.
Markalaşmak, kentleri marka gücün altında birleştirmek, marka işletmelerin gücü ile oluyor elbet.
Gastronomisi güçlü olan bir şehir, turistin damağından kalbine ulaşır.
Örneğin, İtalya’nın Toskana bölgesi, yalnızca cömert doğası ve mutfağı ile değil; bu unsurların arkasındaki hikâyelerle bir destinasyon markasına dönüşmüştür.
Veya Fransa’nın orta kesimleri veya çok uzağa gitmeyelim komşumuz Yunanistan...
Türkiye’de ise Şirince, Alaçatı, Kapadokya, elbette ki Gaziantep, Konya,
Şanlıurfa, Mardin, Kayseri gibi yerler, gastronomi ile turizmi birleştirerek markalaşma yolunda önemli adımlar atmış bölgelerimizin başında gelmekte.
Bir restoranın iyi olması yetmez; onun hatırlanır olması gerekir.
Aynı durum şehirler, bölgeler, oteller ve işletmeler için de geçerli.
İyi bir otel kalitesini yaşayan tekrar gideceğinde tercihini kendini iyi hissettiği tesisde kullanır öyle değil mi?
İşte bu durumun da özeti:
Markalaşmak; değer yaratmak ve bu değeri sürdürülebilir kılmakla mümkündür.
Gastronomi ve turizm, bu yolda hem duygusal hem ekonomik en güçlü araçlarımızdan biri.
Lezzetin ve değerin yolculuğu olarak da tanımlayabileceğimiz Gastronomi de markalaşmak zor bir serüven başlangıcından bitişine kadar.
Özellikle son yıllarda başta İstanbul olmak üzere öylesine farklı ve lezzet başarısında kendisiyle yarışır hale gelen restoranlar, kıymetli şefler var ki çoğu zaman bir sanat eserini andıran sunum tabaklarıyla müşterilerini fazlasıyla şaşırtıyor.
Bu anlamda sektör kuruluşları da sık sık düzenledikleri kontrol ve çalıştaylar ile hata payını sektör üzerinden çok uzaklara göndererek yeme içme sektöründe markalaşma ile beraber tüm oyunculara da rol modelliği de yaparak markaları da güçlendiriyor.
Türkiye, yerel zenginliğini küresel marka bilinciyle birleştirdiğinde, sadece turist değil, sadakatli birer ziyaretçi ve anlatıcı da kazanır.
Bu düz mantık her zaman işe yaramıştır.
Markalaşmak zor bir süreç ama sonrası sadece gastronomi de değil genel bir deyimle ifade etmek gerekirse zır süreçten sonrası gelen başarı tadından yenmez.
Sonuç için sadece şu cümle bile değerli...
Lezzetle Hatırlanmak...