İkinci Trump döneminde ABD-Türkiye ilişkileri
Faruk Aktaş
Tüm Yazıları
Türkiye-ABD ilişkileri özellikle Obama'nın ikinci döneminin başladığı 2013'ten bu yana ciddi bir kriz içinde.
NATO’nun güya iki büyük müttefiki en büyük iki hasım haline geldi.
Bunun temelinde Türkiye’nin dış politikasında ulusal menfaatlerini öncelemesi ve bu konuda bağımsız davranmaya başlaması, buna karşılık ABD’nin Türkiye’yi “sözünden çıkmayan uydu bir ülke” haline getirme arzu ve çabası yatıyor.
Geçen 10 yılı aşkın süre içinde ABD, amacına ulaşmak için terör örgütlerini desteklemekten darbe girişimlerine, iç politikaya müdahaleden çeşitli yaptırımlara başvurmaya kadar birçok yol denedi.
Bunlar arasında iki ülke ilişkilerini en büyük çıkmaza sokan konu, ABD’nin PKK/PYD/YPG’ye verdiği destek oldu.
Donald Trump 2017’de başkan olduğunda ABD’nin bu politikasını değiştirmek istediyse de Pentagon ve CENTCOM’un direnişlerini aşamadı.
Trump’tan sonra başkan olan Joe Biden döneminde söz konusu yaklaşımlar en sert şekilde devam etti.
5 Kasım’da yapılan seçimlerden büyük bir zaferle çıkan Donald Trump’ın yeniden başkan olmasıyla birlikte Türkiye-ABD ilişkilerinde yeni bir dönem başlayacak.
Şimdi tartışılan konu ikinci Trump döneminde ilişkilerin nasıl seyredeceği…
Daha iyi mi, daha kötü mü, yoksa stabil mi olacağı konusu…
Bence stabil kalmayacağı kesin.
Ya daha kötü ya da daha iyi olacak.
Burada belirleyici olan konu PYD/YPG meselesi değil, Filistin meselesi İran konusu olacak.
Kanımca Trump’ın ilk döneminde Ankara’nın en büyük hatalarından birisi ABD’nin İran’a yönelik yaptırımları konusunda Türkiye’nin açıktan yaptırımları tanımadığını açıklayıp Tahran’ın yanında yer alması oldu.
PKK’ya verdiği destek başta olmak üzere birçok konuda Türkiye aleyhine yaklaşımlar içinde bulunan İran, hiçbir şekilde Ankara’nın o desteğini hak etmiyordu.
Türkiye, açıktan İran’a destek çıkmasaydı Trump ile ilişkileri daha iyi olabilir ve Pentagon’a rağmen ABD ile sorunlu ilişkilerin bir kısmını düzeltebilirdi.
Açık ki, Trump ikinci döneminde de İran’a karşı sert uygulamalar devreye sokacak.
Bunun yanı sıra bu kez ortada Filistin’e yönelik soykırım uygulamalarına başvurmuş, devamında Lübnan ve Suriye’ye yönelik saldırılar gerçekleştirmekte olan ve de bölgenin haritalarıyla oynamayı hedefleyen sorunlu bir İsrail yönetimi var ki Trump’ın bu yönetime, Biden’dan çok daha fazla destek vereceği de açık.
İsrail yönetiminin, son bir yıl içerisinde kendisine karşı en sert tutumu takınan Türkiye’yi Trump eliyle cezalandırma arayışına gireceği de kesin.
Şayet İsrail yönetiminin bu hesaplarının önü alınabilirse ABD-Türkiye ilişkilerinin düzelmesi mümkün.
Aksi durumda ilişkilerin mevcut halinden de çok daha kötü bir sürece girme olasılığı var.
Trump’ın Obama ve Biden yönetimlerinin aksine PYD/YPG’den pek haz etmediği biliniyor.
Yine Trump’ın Suriye ve Irak dâhil Ortadoğu’dan çekilmek istediği de...
Geçen dönem Pentagon izin vermemişti.
Bu kez Netanyahu izin vermeyebilir.
Netanyahu “benim için bölgeyi ateşe ver” derse ki diyor, Trump buna “yok” demeyebilir.
İşte böyle bir durumda Ortadoğu topyekûn yangın alanına dönüşebileceği gibi Türkiye-ABD ilişkileri diye bir şey de kalmayabilir.
Kanımca bunu önlemenin tek yolu var.
Trump’ın görevi devralacağı 20 Ocak’a kadar Türkiye’nin başta Suudi Arabistan, BAE, Mısır, Lübnan ve Ürdün olmak üzere olabilecek en çok Arap ülkesiyle Filistin meselesinin çözümü konusunda formül veya formüller üzerinde uzlaşması, bu uzlaşmaya Filistinli direniş örgütlerinin de dâhil edilmesi, üzerinde uzlaşılan formül veya formüllerin Trump üzerinde etkisi olacak kişi ve grupların da desteğiyle yeni ABD başkanının masasının üzerine konması gerekir.
Bu şekilde hem Netanyahu’nun ABD’yi arkasına alarak bölgeyi yangın yerine dönüştürme hesaplarının önüne geçilebilir hem de Filistin meselesinin çözümü için en azından bir müzakere sürecinin başlaması sağlanabilir.
Bu sürecin başlaması bile Türkiye-ABD ilişkilerinin düzelme sürecine girmesini sağlayabilir.
Burada en temel konu İran’ın bu sürecin dışında tutulmasıdır.
İran’ın müdahil olması durumunda zaten söz konusu Arap ülkeleriyle Filistin meselesinin çözümü konusunda bir formül üzerinde uzlaşmanın bile mümkün olmayacağı gibi bunu Trump yönetimine kabul ettirmek de olası değildir.
Tahran’ın sürecin dışında tutulması İran’a yönelik düşmanca bir yaklaşım anlamına gelmez.
Çözüm için en doğrusu olduğu için bu yöntem denenmelidir.
Ayrıca sorunların müzakere yoluyla çözülmeye başlamasına dair bir süreç İran’ın da lehine olacaktır. Aksi durumda bölgenin yangın yerine dönüşmesi halinde en fazla zararlı çıkacak ülkelerden biri İran olur.
Belirttiğimiz gibi Filistin meselesi konusunda en azından bir müzakere sürecinin başlatılabilmesi ve Netanyahu’nun hem bölgeyi ateş çemberine dönüştürme yönündeki heveslerinin dizginlenmesi hem de Türkiye-ABD ilişkilerini zehirleme yönündeki hesaplarının önünün alınabilmesi halinde başta PYD/YPG olmak üzere Ankara-Washington hattında krizlere yol açan sorunların çözümü mümkündür.
Özellikle Trump’ın en önemli vaatlerinden biri olan Rusya-Ukrayna savaşının sona erdirilmesi konusunda Ankara’nın oynayabileceği rolün de Türkiye-ABD ilişkilerinin düzelmesi yönünde ciddi bir olumlu katkısı olacaktır.
Yazının başında belirttiğimiz gibi önümüzdeki dönem Türkiye-ABD ilişkilerinin seyri, mevcut sorunların devam ettiği ancak ilişkilerin kopmadan sürdüğü bir süreçten çok, ya sorunların adım adım çözüme doğru gittiği olumlu bir süreç veya iplerin tamamen koptuğu bir süreç şeklinde olacaktır diye düşünüyorum.
Sürecin iyi ve doğru yürütülebilmesi halinde birinci olasılığın daha güçlü olduğunu düşünüyorum ancak ikinci olasılığı da göz ardı etmemek gerek.