Bahçeli'nin uzattığı el ve yeni süreç tartışmaları
Faruk Aktaş
Tüm Yazıları
TBMM'nin yeni dönem açılışında MHP Lideri Devlet Bahçeli'nin DEM Parti sıralarına giderek el uzatıp parti yöneticileriyle tokalaşması sonrası iç politikada yoğun bir tartışma başladı.
Tartışmaların ana ekseninde yeni bir “çözüm süreci” veya benzeri bir “süreç” olup olmadığı sorularına yanıt aranıyor.
Bu soruların yanıtına geçmeden önce Bahçeli’nin attığı adımı, öncesi ve sonrasına bakmakta yarar var.
TBMM’nin açılışından 5 gün önce Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan ile MHP Lideri Bahçeli Beştepe’de yaklaşık bir saat süren bir görüşme yaptı.
Kişisel kanaatim bu görüşmede İsrail saldırıları sonrası Türkiye’nin artan güvenlik kaygıları karşısında iç barışın güçlendirilmesine yönelik böyle bir adımın atılmasının kararlaştırıldığı yönünde.
Zaten Bahçeli de daha sonra yaptığı birçok açıklamada, "DEM sıralarına giderek elimi uzattım. Uzattığım el milli birlik ve kardeşliğimizin mesajıdır. Uzattığım el gelin Türkiye partisi olun, teröre cephe alın gelin bin yıllık kardeşliğimizde kenetlenin temenni ve teklifidir" diyerek bunun spontane gelişen bir durum olmadığını aksine planlanmış önemli bir adım olduğunu vurguladı.
Bahçeli’nin DEM Parti sıralarına gidişi sırasında AK Parti Genel Başkan Vekili Efkan Ala’nın da kalkıp kendisine eşlik etmesi, Erdoğan’ın kurmaylarının da bundan haberdar olduğunu gösteriyor.
Yani atılan adımı sadece Bahçeli’nin değil Cumhur İttifakı’nın iki büyük partisi AK Parti ve MHP’nin ortak adımı olarak görmek gerekir.
Ki Cumhurbaşkanı Erdoğan da sonrasında yaptığı birçok açıklamada Bahçeli’nin attığı adımın Türkiye’nin birlik ve bütünlüğü açısından tarihi nitelikte olduğunu belirterek bunu güçlü şekilde desteklediklerinin altını çizdi.
Başta CHP olmak üzere kimi muhalefet çevreleri bu adımı iç politikaya dönük, özellikle yeni anayasa tartışmalarıyla ilgili bir manevra olarak değerlendirme eğiliminde.
Kanımca bu oldukça yanlış ve sorunlu bir değerlendirme.
Bu adım sadece AK Parti tarafından gelmiş olsa belki böyle bir değerlendirme bir nebze doğru kabul edilebilir.
Ancak daha bir hafta öncesine kadar DEM Parti’nin kapatılması gerektiğini söyleyen Bahçeli tarafından atılan bu adımı iç politikayla ilişkilendirmek doğru değil.
Devlet Bahçeli gibi bir liderin, İYİ Parti ve Zafer Partisi gibi kimi milliyetçi partilerin bunu MHP aleyhinde kullanacaklarını öngöremeyeceğini söylemek mümkün olabilir mi?
Bahçeli’nin, İsrail’in saldırganlığıyla eş zamanlı olarak bölgede Türkiye’nin toprak bütünlüğünü de tehdit eden gelişmeler karşısında kendisinin ve partisinin siyasi geleceğini riske atarak ülkenin bekasının korunmasına yönelik bir adım attığı çok açık.
Dolayısıyla bunu iç politikaya yönelik bir manevra olarak okumanın büyük bir yanlış olmasının yanı sıra Devlet Bahçeli’ye de MHP’ye de AK Parti ve hükümete de büyük haksızlık olacağı kanısındayım.
Gelelim bu adımın yeni bir sürece işaret olup olmadığına, eğer öyleyse bunun nasıl bir süreç olabileceğine ve de bunun nasıl ve ne ölçüde gerçekleşip gerçekleşmeyeceği sorularına…
Malum, 31 Mart yerel seçimleri sonrasında iç siyasette “yumuşama” ve “normalleşme” eksenli tartışmalar süregeliyor.
Ancak Bahçeli’nin DEM’e uzattığı el bunun çok ötesinde bir adım.
Yeni bir çözüm süreci değilse de Türkiye’nin bekasını tehdit eden gelişmelere karşı iç barışın güçlendirilmesine yönelik kimi değerlendirmelere dair bir planının ilk ve önemli bir adımı olduğunu düşünüyorum.
Öcalan kartının kullanılması
“Kimi devlet yetkilileri İmralı’da Öcalan ile görüştü, görüşmedi” konulu teyit edilmemiş bilgilerden bağımsız olarak, bu adımın atılması öncesinde Öcalan’ın nabzının tutulduğu ve 2013’te PKK’nın silah bırakmasına yönelik yaptığı çağrı ile aynı pozisyonda olup olmadığının yoklandığını ve aynı pozisyonda olduğunun değerlendirilerek bazı hamleler yapılmasına karar verildiğini ve Bahçeli’nin bu adımının da bunun bir parçası olduğunu değerlendiriyorum.
Türkiye’nin böyle bir hamleyle ilgili iki önemli beklentisi olabilir.
Birincisi DEM Parti’nin PKK ile bağının kopartılarak diğer tüm partiler bağımsız bir parti haline gelmesini sağlamak.
İkincisi de mümkünse silah bıraktırma yoluyla değilse terörle mücadele yöntemleriyle PKK’yı Türkiye için tehdit olmaktan çıkarmak.
Aslında çözüm sürecinden de umulan buydu ancak gerçekleşmedi.
Peki şimdi gerçekleşebilir mi?
Ben kısa vadede bunun zayıf bir ihtimal olduğunu ancak hedefin en azından yarısının gerçekleştirilme olasılığı olduğunu bunun da Türkiye için büyük kazanım olacağını düşünüyorum.
Şöyle ki…
Çözüm sürecinde PKK’nın silah bırakmasına izin vermeyen güçler başta ABD, Fransa ve Almanya olmak üzere kimi batılı güçler ile İran ve İsrail gibi Türkiye’yi rakip hatta hasım olarak gören ülkelerdi.
PKK’nın elebaşlarından Duran Kalkan Kasım 2021’de yaptığı bir açıklamada, “Savaşı sürdüreceksiniz diye bize defalarca dayatmalarda bulundular” diyerek açık bir şekilde itiraf etti.
PKK hâlâ bu güçlerin güdümünde.
Üstelik İran’ın bir nebze yumuşamasını dışarda tutarsak diğer güçlerin tümü çok daha güçlü şekilde PKK’nın arkasında durmaya devam ediyor.
PKK silah bırakmaya istekli olsa bile –ki buna ilişkin herhangi bir emare yok- örgütün yularını ellerinde tutan bu güçler buna izin vermez.
Bahçeli’nin attı adım sonrası, bazı DEM Parti yöneticilerinin bu adımı “önemli ve değerli” gördüklerini açıklamalarının hemen ardından, PKK’nın Kandil’deki elebaşlarından önce Bese Hozat, ardından Cemil Bayık ve son olarak Murat Karayılan ayrı ayrı yaptıkları açıklamalarda, “Bu bir oyun, bu oyuna gelmeyin” diyerek DEM Parti’yi uyardı.
Bu uyarılar üzerine Ahmet Türk gibi sivil siyasetten yana oldukları bilinen kimi isimler bile, Bahçeli’nin attığı adım için “Ne değersiz görelim ne de abartalım” diyerek kendilerini ortada bir pozisyona çekmeye çalıştılar.
Yani DEM Parti içinde her ne kadar PKK’nın silah bırakmasından yana olanlar ve sivil siyaseti savunanlar varsa da bunların ne tek başlarına ne de birlikte PKK’nın karşısına dikilip, “Biz bundan böyle sizden emir almayacağız. Doğru olduğuna inandıklarımızı söyleyecek ve o doğrultuda hareket edeceğiz” diyebilecek bir irade ortaya koymaları çok zor.
Ancak çözüm sürecindeki hatalara düşülmeden, Öcalan faktörünün doğru kullanılması halinde, PKK’da bir kırılma gerçekleştirilmesi mümkündür.
PKK’nın, Öcalan’ın silah bırakma çağrısına uyanlar ile buna uymayıp güdümünde oldukları ülkelere hizmet etmeye devam edecekler diye ayrışması olasıdır.
Bu gelişmelerin sonrasında DEM Parti’de de böyle bir kırılma gerçekleşebilir.
Tüm bunlar orta ve uzun vadede PKK’nın marjinalleşmesini ve Türkiye için tehdit olmaktan çıkmasını getirebilir.
Yani şayet Bahçeli’nin attığı bu adım yeni bir çözüm süreci değilse de yeni bir sürece yönelik bir adım ise –ki kanaatim o yönde- sürecin, geçmiş süreçlerden dersler çıkartılarak doğru ve kararlı şekilde yürütülmesi halinde Bahçeli’nin ve Erdoğan’ın altını çizdiği ülkemizin bekasının korunması ve milli birlik ve beraberliğimizin güçlendirilmesine önemli katkı sağlayabilir.