Yeni süreç, aktörler, pozisyonlarıo ve yol haritası

Faruk Aktaş 01 Kas 2024

Faruk Aktaş
Tüm Yazıları
Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan'ın önceki gün AK Parti Grup Toplantısı'nda yaptığı konuşmada, MHP Lideri Devlet Bahçeli'nin hamlelerinin ve açıklamalarına tam destek vermesi ortada yeni bir sürecin olduğunu açıkça gösterdi.

Bu süreç, siyasi sorumluluğunu MHP ve Lideri Bahçeli ile AK Parti ve Lideri Erdoğan’ın üstlendiği bir devlet projesi. 

Bu, Ortadoğu’daki gelişmelerle ilgili planlar dâhilinde güney sınırlarımızda bir terör devleti oluşturma çabalarını boşa çıkartmaya yönelik bir hamle olmasının yanı sıra ülkemizin bekası ve milletin barış, huzur ve refahı için tarihi bir süreç.

Bu sürecin başarıya ulaşması için hem titiz ve dikkatli adımlarla hem de olabildiğince hızlı mesafe alınması şart. 

Bunun için sürecin doğru tanımlanması, süreç ve konuyla ilgili aktörlerin kimler olduğunun, bunların sürece dair nasıl pozisyonlar aldıklarının veya alacaklarının ve etki güçlerinin iyi tespit edilip değerlendirilmesi ve bunlar ışığında bir yol haritasının netleştirilmesi önemli.

Anlaşıldığı kadarıyla sürecin iki ayağı bulunuyor.

Birincisi ayak Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın “iç cepheyi güçlendirmek” diye ifade ettiği toplumun tüm dinamiklerinin ve onları temsil eden siyasi partilerin ülkenin güvenlik ve bekasına dönük saldırılara karşı birlik ve bütünlük içinde hareket etmesi. 

Bu konuda özellikle seçimlerden bu yana “normalleşme” ya da “yumuşama” söylemlerinin yarattığı iklim Türkiye’ye önemli bir avantaj sağlamış durumda. 

Bu sürecin güçlendirilerek sürdürülmesi gerekiyor.

Burada “ayrık otu” durumunda olan bir DEM Parti var.

Zaten asıl amaç DEM Parti’yi bu zemine çekmek.

Ancak PKK var olduğu müddetçe DEM Parti’nin bu zemine gelme olasılığı yok.

Çünkü DEM Parti, PKK’nın Türkiye’nin yasal-legal siyasetindeki temsilcisidir.

Bugün bu partinin tüzüğünü anayasa olarak kabul edip yürürlüğe soksanız bile bu partinin PKK ile mücadelede Türkiye’den yana tavır almayacağı açıktır. 

O nedenle DEM Parti’nin sürece katılımının sağlanması için PKK’nın ortadan kaldırılması gerekir.

Öyle olduğu içindir ki, sürecin bir diğer hedefi PKK’yı ortadan kaldırmaktır.

Türkiye 40 yıldır bunun için amansız bir mücadele yürütüyor.

Özellikle son yıllarda terörle mücadelede çok önemli mesafeler alındı.

Türkiye bu mücadelesini sürdürmeye devam edecektir.

Burada yeni olan şey, devletin elindeki önemli kozlardan biri olan Abdullah Öcalan unsurunu yeniden devreye sokmak istemesidir.

Devlet Bahçeli’nin Öcalan’ın örgütüne silah bırakma çağrısı yapması ve örgütünü lağvettiğini açıklaması halinde “umut hakkı”ndan yararlandırılabileceği yönündeki ifadeleri bunu göstermektedir.

Öcalan, yeğeni olan DEM Partili milletvekili aracılığıyla yaptığı açıklamada bu sürece müdahil olabileceğini söyledi. 

Tartışılan konu Öcalan’ın suyu fazla bulandırmadan böyle bir çağrı yapıp yapmayacağı, yaparsa PKK’nın buna uyup uymayacağı ve sonrasında ortaya ne tür durumların çıkabileceğine yöneliktir.

TÜRKİYE ÇÖZÜM SÜRECİNDEN DAHA AVANTAJLI KONUMDA

Çözüm sürecinde bu denendi.

Öcalan 2013’te silah bırakma çağrısı yaptı ancak örgütü onu dinlemedi. 

O nedenle kimi kesimlerde “denenirse yine aynısı” olacak yönünde haklı itirazlar söz konusu.

Esasında o dönem aktörler, pozisyonları, yaklaşımları ve etki güçleri doğru öngörülüp, bunlara yönelik doğru önlemler alınsa ve de doğru yol ve yöntemlerle yürütülse süreç başarıya ulaşabilirdi.

Ancak her ne kadar PKK teröründen kurtulma amacı gerçekleşememiş olsa bile çözüm sürecinin Türkiye’ye kazandırdıklarını da kayda geçirip hakkını teslim etmek gerek.

Birincisi çözüm süreci sayesinde Türkiye Cumhuriyeti, PKK’nın ortaya çıkış sebeplerinden biri de olan bir asırlık Kürt sorunu meselesini tamamen değilse bile önemli ölçüde çözmüştür.

Bu sayede, PKK’nın arka bahçe olarak kullandığı sürekli ve kesintisiz olarak Türkiye’ye yönelik tehdit oluşturan HDP/DEM tabanı terör örgütüyle arasına mesafe koymaya başlamıştır.

En önemlisi de Arap Baharı sürecinde Türkiye’nin de Suriye gibi iç savaşla boğuşan ülkeler arasına sokulma hesapları bertaraf edilmiştir. 

Şimdi çözüm sürecinin deneyimleri eşliğinde aktörler, pozisyonlar ve yaklaşımlar üzerinden yeni sürecin yol haritasını ve muhtemel sonuçlarını anlamaya çalışalım.

Çözüm sürecinin mimarı Erdoğan ve AK Parti idi.

Neredeyse diğer partilerin tamamı karşıydı.

O dönemin karşıt partilerinden MHP ve lideri Bahçeli, AK Parti ve Erdoğan ile birlikte yeni sürecin öncülüğünü yapıyor.

O dönem Türkiye’nin kurucu partisini ülkeye yönelik her türlü hasmane planın sahipleri için en kullanışlı aparat haline getiren ve Türkiye karşıtı güçlerle hareket eden Kemal Kılıçdaroğlu artık yok. 

Yeni CHP ikircikli olmakla birlikte sürece destek verme eğiliminde. 

O dönem HDP’nin başında bulunan Selahattin Demirtaş ve Figen Yüksekdağ, sürecin sabote edilmesi çok önemli rol oynadı.

Bugün DEM’in başında bulunanlardan Tuncer Bakırhan, Demirtaş’a oranla daha makul bir yaklaşım içinde gibi.

İçerden süreci zehirleyen güçlerin başında gelen terör örgütü FETÖ önemli ölçüde etkisizleştirildi. 

Bunlar yeni sürecin başarıya ulaşmasında olumlu etki edebilecek önemli faktörler.

PKK ÜZERİNDEKİ ETKİLİ GÜÇLER VE GÜÇ ORANLARI

Gelelim diğer unsurlara…

Çözüm sürecini engelleyen en temel ve başat güç ve güçler kuşkusuz ki ABD ve beraberindeki Fransa, İngiltere ve Almanya gibi güçler ile İsrail ve de İran idi.

Bunların tümü PKK üzerindeki etkileri oranınca çözüm sürecinin boşa çıkartılmasında rol aldı ve hepsinin hâlâ terör örgütü oranda ciddi oranda etkileri var ve hepsinin pozisyonları aynı veya benzer.

Gelelim PKK’nın bileşenlerine.

Yönetici kadro Kandil’de ve tamamen sözünü ettiğimiz güçlerin güdümünde. 

Örgütün Avrupa kanadının başını Zübeyir Aydar ve Remzi Kartal çekiyor. 

Bunlar da tamamen Avrupa’nın denetiminde ve güdümünde ve de Kandil ile aynı çizgide.

Örgütün kurucusu ve beyni ise İmralı’da.

PKK’da karar mekanizmaları üzerinde etkisi olan güçlerin ve unsurlarının tümünün Apo’nun bir an önce ölmesi için dua ettiklerine kuşku yok.

Çünkü esasında Öcalan’ın örgüt üzerindeki etki gücü hepsinin toplamından daha fazla. 

O nedenledir ki Öcalan, “çözüm için üzerime düşeni yaparım” dediğinde hiçbirisi açıktan “karşıyız” diyemiyor.

Öcalan’ın son açıklamasının ardından PKK’nın çatı yapılanması KCK’dan yapılan açıklamada, “Tüm bileşenlerimizle Öcalan’ın vereceği karara uyarız” denmişti. 

Hemen ardından yan çizmeler başladı.

Dün örgütün yayın organında yayınlanan bir açıklamada Duran Kalkan, “Apo serbest bırakılmadan hiçbir adım olmaz” dedi. 

Yani Öcalan “umut hakkı”ndan yararlandırılacak olsa dahi, PKK silah bırakmadan ve lağvedilmeden bunun gerçekleşmeyeceğini bile bile –ki Öcalan’ın bile öyle bir talebi olduğunu zannetmiyorum- önşart öne sürmeye başladılar.

Çözüm sürecinde yaptıklarının aynısını yapıyorlar, yapmaya devam edecekler.

Ancak belirttiğimiz gibi sürecin doğru yürütülmesi halinde buna direnemezler.

Ya kabul ederler veya yok olurlar.

Sadece terörle mücadele yöntemiyle değil.

O yöntem elbette en güçlü şekilde kullanılacak ancak çözüm sürecini berhava etmeleri nedeniyle aralarına mesafe koyan DEM Parti tabanından tamamen kopmayı göze alamazlar.

Ve de sürecin Öcalan’ın PKK’yı lağvettiğini ilan etmesi aşamasına getirilmesi halinde üzerlerindeki PKK yöneticisi kimliği olmadan hiçbirinin tutunma şansı yoktur.

Öyle bir durumda ya Kandil’deki yöneticilerin tümü buna uymak zorunda kalır veya aralarında bölünme yaşanır ve bir kısmı çağrıya uyar, kalanlar başka bir isimle teröre devam etmeye çalışır.

Ancak sayıları 4-5 bin ile ifade edilen militanların yüzde 90’ının Öcalan’ın çağrısına uyacağı öngörülebilir.

Kalanların ise uzun süre varlıklarını sürdürme şansları olmaz.

Abdullah Öcalan 1999’da yakalandıktan sonra “Türkiye için hizmete hazırım” deyince, PKK’nın kurucu ve önemli isimlerinden M.Can Yüce ve beraberindeki bazı isimler, “Neden asılmayı göze alıp masaya yumruğunu vurmadı?” diye tepki gösterip PKK’dan ayrılarak ayrı bir örgüt kurma yoluna gitti. 

Ancak arkalarından giden kimse olmayınca bir süre sonra ortadan yok olup gittiler.

Yani özcesi, Türkiye’nin elindeki Öcalan kartının PKK üzerindeki etki gücü diğer tüm aktörlerin ve güç odaklarının gücünün toplamından daha yüksektir.

Bu kartın doğru kullanılması halinde PKK ya fesh olup tarihe karışır veya en kötü ihtimal ikiye bölünür.

Teröre devam etmek isteyenlerin ise ömrü çok uzun olmaz.

PKK’NIN ORTADAN KALDIRILMASININ SURİYE’YE ETKİSİ

Burada önemli konulardan birisi böyle bir sürecin PYD/YPG’ye etkisinin ne olacağıdır.

PKK’nın dağılmasının kuşkusuz bunlar üzerinde de etkisi olur ancak böyle bir durum Suriye’deki tehdidin tamamen ortadan kalkacağı anlamına gelmez.

PYD, ABD desteğiyle Kuzey Doğu Suriye’deki bazı bölgeleri kontrol eden siyasi yapıdır. 

Bu yapı KCK’nın bileşenlerinden biridir. 

Yani PKK’nın Suriye’deki yapılanmasının aynısıdır.

YPG ise yaklaşık 70-80 bin kişiden oluşan bunların silahlı yapılarıdır.

Ancak her ne kadar bunların yönetim birimleri PKK’lılardan oluşuyor ve dolayısıyla bu yapılar PKK tarafından yönetiliyor ise de bunların tümünün PKK’lı olduğunu söylemek yanlıştır.

Hatta YPG’nin yarıdan fazlası Kürt bile değildir.

Kürt olanların da büyük çoğunluğu ideolojik olarak PKK’lı sayılmaz.

İçlerinde zorla silah altına alınan PKK ile hiç alakası olmayan Kürt çocukları olduğu gibi sadece ABD’nin sağladığı bütçeyle verilen 200-300 dolarlık maaş için YPG’ye katılan çok sayıda kişi vardır.

Dolayısıyla PKK’nın ortadan kalkmasıyla bunların yönetim yapılanmalarında ciddi değişiklikler yaşanması kaçınılmaz olur.

Ancak öyle bir durumda da Türkiye’ye yönelik tehdit oluşturma kapasitesi düşse bile bu yapının ABD’nin desteğiyle ayakta kalıp varlığını sürdürme olasılığı yüksektir.

Bu tehdide yönelik tedbirlerin ise Suriye meselesinin çözümü kapsamında ele alınması gerekecektir.