İsrail'in hoyratlığı "Batı"nın sonunu...
Faruk Aktaş
Tüm Yazıları
Yaklaşık 1 yıl önce Hamas'ın 7 Ekim saldırılarını bahane ederek Filistin'i yerle bir edip topraklarının önemli bölümünü işgal eden İsrail, beklendiği üzere bu kez Hizbullah'ın etkisiz kimi saldırılarını bahane ederek Lübnan'a yöneldi.
İsrail’in önceki gün başkent Beyrut dâhil Lübnan’ın güney bölgelerine yönelik başlattığı hava saldırılarında yaklaşık 600 kişi yaşamını yitirirken iki bine yakın kişi de yaralandı.
Yüzbinlerce kişi İsrail’in saldırılarından kurtulmak için evlerini terk edip kuzeye doğru kaçmaya başladı.
Zaten ciddi ekonomik sorunlarla boğuşan ülkede tam bir kaos durumu ortaya çıktı.
Şimdi tüm dünya, İsrail’in bu saldırganlığının, savaş ve kaos durumunun nerede, ne zaman ve nasıl sona ereceğini tartışıyor.
Aynı tartışma 7 Ekim saldırıları sonrasında İsrail’in Hamas’a yönelik saldırılara başlamasıyla da yaşanmıştı.
İsrail önce “Hamas’ı vuruyorum” diye Gazze’ye yönelik büyük hava saldırısı başlattı.
Kent yerle bir edildi.
Ardından karadan Gazze’ye girip kenti işgal etti.
Sonrasında Batı Şeria’ya yöneldi.
Aynısını burada da yaptı.
Sonra diğer Filistin kentleri.
İsrail bir yıl içinde Filistin topraklarının büyük bir kısmını işgal etti.
Çoğunluğu çocuk, kadın ve yaşlılardan oluşan 42 binden fazla Filistinliyi katledip yaklaşık 2 milyon insanı topraklarından koparttı.
İşgal ettiği topraklara bir milyona yakın İsrailliyi yerleştirdi.
Tüm bunlar olurken güya “insan hakları, demokrasi ve özgürlük” gibi “değerler dünyası”nı temsil eden “batı dünyası” sus pus oldu.
Hatta başta ABD olmak üzere bu batı dünyasının önde gelen ülkelerinin önemli bölümü bu kıyıma, soykırıma açıktan destek verdi.
İslam coğrafyasından yükselen cılız seslerin herhangi bir etkisi olmazken İsrail’in bu saldırganlığına karşı en yüksek tepkiyi dillendiren Türkiye’nin çabaları da İsrail’i durdurmaya yetmedi.
En nihayetinde İsrail, Filistin’den sonra şimdi de Lübnan’a yönelmiş oldu.
Şimdi İsrail’in yeni hedefinin ne olduğu tartışmaları yapılıyor.
Kişisel kanaatim İsrail’in, Lübnan ile ilgili hedefinin bu ülkeyi işgal etmekten ziyade Filistin işgalini kalıcılaştırmaya yönelik bir plan çerçevesinde hareket ettiği yönünde.
Belirttiğimiz gibi İsrail, Filistin’in önemli bir bölümünü işgal etti ve başta Hamas olmak üzere direniş gruplarının büyük çoğunluğa ağır darbeler vurdu.
Şimdi yapmaya çalıştığı, Hizbullah’ı da kendisi için tehdit olmaktan çıkarmak.
Hedeflerinden birinin Lübnan’ın en önemli su kaynaklarından biri olan Litani nehrinin kontrolünü ele geçirmek olması da muhtemel.
Ancak Lübnan’a yönelik topyekûn bir işgal hareketine girişeceğini zannetmiyorum.
Yani İsrail’in yakın vade için öncelikli hedefi, Filistin işgalini kalıcılaştırmak ve buna yönelik kendince tehdit olarak gördüğü unsurları devreden çıkarmak.
İsrail, bu amacına ulaşmak için uluslararası koşulların ve jeopolitik unsurların kendisi fırsat olduğunu düşünüyor ve bu hedefine ulaşmak için gözünü karartmış gibi görünüyor.
Burada dikkat çekmek istediğimiz husus da tam da bu.
Yani İsrail’in gözünü karartmışlığı ve hoyratlığı ile jeopolitik durumun ve uluslararası koşulların kendisi için uygunluğu meselesi.
Dikkat edilecek olursa İsrail, Lübnan’a yönelik saldırıyı New York’ta başlayan BM 79. Genel Kurul görüşmelerinin hemen öncesinde başlattı.
Normalde bir ülkenin böylesine uluslararası hukuku hiçe sayan bir saldırganlığa girişmeden önce uluslararası toplumun tepkisini çok çekmemek için en azından bu zirvenin sona ermesini beklemesi beklenir.
Ama İsrail öyle yapmadı.
Tam aksine zirveden önce saldırıyı başlattı.
İsrail, Gazze saldırısıyla zaten uluslararası sistemin tepkisini önemli ölçüde test etmiş ve bu tepkisizlikten cesaret alarak saldırganlığını soykırım boyutuna taşıyıp sürdürmüştü.
Şimdi bir adım daha ileri taşıyıp “BM zirvesinde kimin ne söyleyeceği varsa buyursun söylesin bakalım” tavrı yapıyor.
Muhtemelen bu zirveden de İsrail aleyhine hiçbir şey çıkmayacak.
Ve İsrail bundan cesaret alarak Filistin ve Lübnan’a dair ve hatta tüm bölgeye dair her türlü planını hayata geçirmeye çalışacak.
Uluslararası düzen ve onun “öncü gücü” “batı bloku” epey süredir insanlığı vicdanıyla ilgili sınamalardan büyük yaralar alarak geçiyor.
Ancak bu yaraların hiçbiri son bir yılda İsrail’in açtığı yaralar kadar büyük olmamıştı.
Uluslararası sistem insanlığın vicdanında bu kadar büyük yaralar açarak çok uzun süre varlığını sürdüremez.
Ve bu sistem çöküp her ülke kendi başının çaresine bakar hale getirse -ki batı dünyasındaki aşırı milliyetçi akımların giderek daha fazla güç kazanması bunun işareti- batının ve küresel sistemin desteğinden yoksun İsrail bu bölgede uzun süre yaşayamaz.