Avrasya steplerinin göçebe İskitleri yerleşim yerleri inşa etmemişti. At odaklı kültürleri ve hayvanları belirli pozlarda tasvir eden özgün sanatlarıyla ünlenmişlerdi. Olağanüstü binici ve savaşçılardı ve MÖ 900'le 200 arasında antik Yunanlıların, Asurluların ve Perslerin korku salan düşmanıydılar.
İskitlerin, Orta Asya'dan güneybatı Rusya ve Ukrayna'ya göç ettikleri bilinse de kesin kökenleri gizemini koruyor.
Almanya'daki Max Planck Enstitüsü'nden antropolog Gino Caspari, "İskitler, Yunan tarihçi Herodot'un günlerinden beri insanların hayal gücünü harekete geçiriyor" dedi.
Ancak kültürlerinin kökenleri uzun süre Avrasya bozkırlarının ücra köşelerinde gizli kaldı.
Salı günü Antiquity akademik dergisinde yayımlanan yeni çalışma, Sibirya'nın güneyinde ortaya çıkarılan bir kraliyet höyüğünün en eski örneklerinden birini detaylandırıyor. Höyükte bir kadına ve 18 ata ait parçalanmış kalıntılar bulunuyor. Araştırmaya göre, bu atlar büyük olasılıkla höyükte gömülü olan seçkinlerden birini onurlandırmak için kurban edilmişti.
Hayvan kalıntılarından bazılarının dişleri arasında hâlâ pirinç ağızlıklar bulunuyor.
Mezar İskit eserleri ve binicilik ekipmanları da içeriyor.
Bulgular, Sibirya'daki höyüğü, tarihi metinlerde binlerce kilometre batıda yaşadıkları belirtilen İskitlerin cenaze ritüelleriyle ilişkilendiriyor.
MÖ 9. yüzyılın sonlarına tarihlenen mezar, İskit gömülerinin kanıtlarını gösteren bilinen en eski höyüklerden biri.
Dr. Caspari, "Eşsiz bir kültürel fenomenin en eski kanıtlarından bazılarını ortaya çıkarmak bir ayrıcalık ve bir çocukluk hayalinin gerçekleşmesi" dedi.
Sibirya'nın güneyindeki mezar alanından buluntular
Arkeologlar gömünün Moğolistan'daki Geç Bronz Çağı mezarlarıyla benzerlikler taşıdığını söylüyor. Bu da İskitlerin cenaze ritüellerinin daha da doğu ve güneyden gelmiş olabileceğini düşündürüyor.
Dr. Caspari, "Bulgularımız kıtalararası kültürel bağlantıların gelişiminde İç Asya'nın önemini vurguluyor" dedi.
Bulgular ayrıca, bu mezar uygulamalarının Avrasya'daki daha geniş kültürel ve siyasi dönüşüm sürecinde rol oynadığını ve daha sonraki pastoralist imparatorlukların ortaya çıkmasına katkıda bulunduğunu gösteriyor.