Deniz DİKMEN
Çok etkileyici coğrafyası, enteresan insan toplulukları ve kültürleri ve rengarenk florası ve faunası ile muhteşem bir ülkedir Namibya.
Bu yazımda sizi Namibya'nın Caprivi Şeridi’ne götürmek istiyorum.
Burada Namibya'nın belki çok küçük bir kesitini göreceksiniz ama umarım biraz olsun ülke ile ilgili size yine de güzel bir bilgi olur.
Bir Afrika haritasına baktığınızda Caprivi Şeridi denilen mekanın, Namibya'nın kuzeydoğu bölgesinde uzun ve dar ve hatta cetvelle çizilmiş gibi bir uzantı olduğunu fark edeceksiniz. Bu kara parçası Afrika kıtasının doğusuna doğru uzanır. 450 kilometre uzunluğundadır ve Zambezi Nehiri ile buluşur. Caprivi Şeridin genişliği ise 30 ile 105 kilometre arasında değişiklik gösterir.
Caprivi Bölgesi Kalahari’nin kuzey kenarından başlar, kuzeydoğusunda Zambezi Nehiri ve Zambiya’ya ulaşır, güney ve güneybatıda ise Chobe Nehiri ve Botswana ile buluşur.
Şeridin kuzeyinde Angola, batısında ise Okavango Nehiri ve Deltası bulunur.
Biz de muhteşem bir kara yolculuğu yaparak Namibya'nın güneyinden kuzeyine doğru tırmanıp, Windhoek ve Okavango ’dan geçip Caprivi Şeridinin üzerinden doğuya yöneliyoruz ve böylece bütün Namibya'nın altını üstünü getirmiş oluyoruz.
Amacımız Caprivi Şeridi üzerinden Rundu ’dan Botsvana'ya, Chobe Nehir'ine ve oradan da Zimbabwe ve Zambiya’da bulunan Viktorya Şelaleleri ’ne ulaşmak.
Yolumuzun üstünde karşılaştığımız vahşi doğanın vahşi hayvanları, coğrafi farklılığı, kültürel gelenekleriyle doğal güzelliklerini anlatmak çok güç. “Görmek lazım” deriz ya gerçekten görmek lazım. Namibya başlı başına muhteşem ve çok büyük bir açık hava müzesi.
Caprivi Şeridin cetvel ile çizilmiş gibi olduğuna dikkatinizi çekmiştim. Muhtemelen sadece Caprivi’nin değil Afrika’daki birçok ülke sınırlarının da aynı şekilde tam bir cetvel ile dümdüz bir çizgi gibi çizildiğini fark etmişsinizdir.
Sınırları başkaları çizdi
Afrika’daki bütün bu düzgün çizilmiş ülke sınırlarının ne hazindir ki, gerçekten masa başında başkaları tarafından çizilmiştir. Zira 1880 ile 1914 yılı arasında Avrupa’da Afrika kıtasını paylaşmak konusunda inanılmaz bir yarış başlamıştı. Avrupa ekonomik olarak zor bir dönemden geçiyordu ve kaynaklara ihtiyacı vardı. Dünyada ise tek paylaşılmamış yeraltı zenginlikleri olan bölge o dönemde Afrika kıtasıydı. Avrupa’ya yatırım yapmaktansa diğer kıtalarda yatırım yapmak Avrupalılara daha ucuza mal oluyordu.
İşgücü ucuz, maliyetler ucuz ve dolayısı ile ülkelerin rekabet şansı çok daha yüksek oluyordu. Kaynaklar açısından da Afrika’da zengin bakır yatakları, pamuk, kauçuk, çay ve çinkoya sahipti. Avrupa’daki iş insanları da tüketiciler de bu ürünleri çok beğeniyordu. Örneğin bakır 19'uncu yüzyılın sonunda elektrik alt yapısının kurulması için çok önemliydi. Bu vesile ile koloniyal döneminde başta İngiltere, Fransa, Almanya, Hollanda ve İtalya olmak üzere 13 Avrupalı ülke birleşip kıtayı paylaşmak için bir araya gelmişti.
Rastgele cetvel ile çiziliyordu
1884-1885 yılında Berlin’de yapılan Kongo Konferansı’nda Afrika ülkelerinin sınırları rastgele cetvel ile çiziliyordu ve bu sınırların çoğu günümüze kadar neredeyse hiç değişmedi. Güney Afrika 1899- 1902 yılları arasında İngilizler tarafından alınıyordu. 1911 yılında Afrika’nın kuzeyinde Fransa ve İspanya Fas’ı bölüşüyorlardı. 1912 yılında İtalya Libya’yı kendine bağlıyordu. 1914 de Mısır İngiltere’nin bir parçası haline gelmişti. Angola Portekiz’in, Cezayir Fransızların olmuştu.
Afrika kıtasında o dönemde en büyük güçler sırası ile İngiltere, Fransa ve Almanya'ydı. Almanya Doğu Afrika’da Tanzanya, Burundi, Ruanda, Batı Afrika’da ise Namibya ve Kamerun’a sahip olacaktı.
Günümüzde Namibya'ya gittiğinizde koloniyal dönemine ait Almanların izlerini hala görebiliyorsunuz. Mesela Namibya'da yaşayan birçok insanın soyu koloniyal döneminde buraya göç etmiş Alman çiftçilerin, işçilerin, sanatkarların ve askerlerin ailelerinden oluşuyor.
Yollarda görmüş olduğunuz uyarı levhalarında birçok Almanca kelimeye denk gelebilirsiniz. Caprivi Strip veya Caprivi Şeridin ismi bir dönem Almanca bir kelime olan Caprivi Zipfel ( Caprivi ucu) olarak geçiyordu.
1892 yılında Cecil Rhodes tarafından Afrika kıtasının en güneyinden en kuzeyine kadar uzanacak olan Kap – Kahire tren yolu projesi başlatıldı. Buradaki amaç tüm Afrika kıtasını İngiliz tren yolları sayesinde bir uçtan bir uca birbirine bağlamak ve kıtaya hâkim olmaktı. Aynı zamanda kıtaya ilk elmas şirketleri kurulmaya başlandı. 19'uncu yüzyılda birçok Avrupalı bilim adamı ve kâşif kıtayı karış karış gezmeye ve kıtanın iç kesimlerinin de doğal haritalarını çıkarmaya başlamıştı. Afrika’dan gelen madenler, fildişi, kauçuk, çay ve kahve gibi ürünler Avrupa’da çok popüler olmaya başlamıştı. Madencilikte özellikle Güney Afrika’daki altın madenler tesisler ön plandaydı.
1869 yılında ise Afrika kıtasının çevresindeki ticaret yollarını kısaltmak ve Çin, Hindistan gibi ülkelerden gelen ürünlerin su yolunu kolaylamak için Mısır’a Süveyş Kanalı inşa edildi.
Koloniyal dönemi olmasaydı herhalde her şey bu kıtada çok farklı olurdu. Günümüzde bile Afrika kıtası en zengin kıtalardan bir tanesi. Dünya yeryüzündeki platin rezervlerin yüzde 88, elmasların yüzde 73 ve kobalt ve mangan gibi madenlerin yüzde 60 bu kıtada bulunuyor. Bu kadar maden zenginliğine rağmen kıtada günümüzde bile halen yaşanan fakirlik büyük bir tezat oluşturuyor.
Aracımızda Caprivi Şeridi boyunca yol alırken gözümün önünden muhteşem doğal manzaralar geçiyor. Bir yandan kayalıklar, dağlar, nehirler, deltalar ve diğer yanından geçtiğimiz köyler. Yerel halk oldukça ilkel şartlarda hayat mücadelesi veriyor.
Yol boyunca yerli köylüleri, çocukları ve hayvanları görüyoruz. Köyden köye yürüyorlar, bazen eşek veya öküz arabaları ile yük taşıyorlar. Bizi meraklı ve biraz da ürkek gözleri ile süzüyorlar.
Rundu’ya yakın bir benzincide durduğumuzda, bizden başka beyaz insanların olmadığını fark ediyorum. Yerel insanların bakışları güleç olmaktan öte biraz gergin ve karanlık.
Doğa çok güzel
Akıllarından bizimle ilgili neler geçiyor bilemiyorum. Yanlarındaki çok tatlı çocukları ile iletişim kurmaya, çocuklara şeker ve bisküviler ikram etmeye çalışıyoruz. Bazıları biraz yumuşamaya başlıyor. Ancak, o gergin bakışlar aklımdan hiç çıkmıyor. İnsan ilişkilerinde buralarda hassas ve dikkatli olmak lazım. Afrika’da ne kadar kıtanın iç kesimlerine doğru ilerlerseniz o kadar yabancılara karşı hassas olabiliyorlar. Diğer yandan doğa çok güzel. Nehirler, deltaları, faunaları ve floraları ile olağanüstü güzeller.
Afrika’nın nesli tükenmekte olan Afrika yaban köpeği bu kesimde yaşıyor. Ayrıca bu bölge Angola, Zambiya ve Zimbabwe'ye nehirler boyu göç eden fillerin yürüme koridoru.
Caprivi Şeridi kıyısında ayrıca çok önemli olan Bwabwata, Mudumu ve Nkasa Ulusal Parkları bulunuyor. Bu ulusal parklarda, bulunan su rezervlerinden dolayı, yoğun bir şekilde fil sürüleri, zürafalar, zebralar, bufalolar, su aygırları, timsahlar, yerel çok farklı kuş türleri görebilirsiniz. Bu bölgede ender de olsa aslan görme olasılığınız da var. Ancak leopar, çita, gergedan ve Afrika yerel köpeği görme olasılığınız çok zayıf. Biz rast geldik çok şanslıydık.
Bu ulusal parkları en iyi ziyaret etme zamanı yağışın olmadığı dönem sayılan Mayıs ile Eylül ayları arasında oluyor. Yağışlı olan dönemlerde hem yolların durumu sizin için zorlayıcı oluyor hem de bitki örtüsünün coşmasından dolayı hayvanları doğada görebilme olasılığınız daha zor.
Namibya'nın ülke olarak 1990 yılında bağımsızlığını kazanması ile birlikte Caprivi Bölgesi de kendi bağımsızlık talebinde bulunmuş. Bölge güçleri Namibya silahlı kuvvetleri ile mücadeleye girmiştir. 2002 yılından bu yana bölge hala zaman zaman bağımsızlığını talep etmektedir ve silahlı çatışmalara sahne olmaktadır.
Bu bölge adını 1890-1894 yılları arasında Namibya'da görev yapan ve bu toprakların Almanya’ya kazandırılmasını sağlayan Şansölye Graf von Caprivi’den alıyor.
Aracımızla Afrika’nın düzensiz toprak yollarında yol alırken aklımdan neler neler geçiyor. Camdan dışarıyı seyrediyorum. İnsanlar, hayvanlar, doğa ve ortam müthiş etkileyici. Yaşadığımız dünyanın her yeri birbirinden farklı hikayelerle dolu.
Afrika son yıllarda yavaş yavaş özgürleşmeye çalışıyor. Ama, diğer yandan birçok uluslararası güç aynı eski zamanlarda olduğu gibi buradaki zenginliklerden gene pay almaya çalışıyor.
Tüm bunlara rağmen Afrika’nın artık çok değişmeye başladığını fark ediyorum. Afrika’yı çok merak edip görmek istiyorsanız bu topraklar değişmeden bütün bu güzellikleri kendi gözlerinizle görmeye gelmenizi tavsiye ederim.
Benim gibi müthiş hayran kalacağınızı biliyorum. Bizim ise, Afrika yollarında hedefimizde Botswana ve Chobe Ulusal Parkı olmak üzere bu muhteşem kıtadaki muazzam yolculuğumuza devam ediyoruz.