Prof. Ramazan BİÇER (İlahiyatçı)
Röportaj:@2015 Sezai ŞENGÖNÜL
Nerede doğdunuz hocam?
Kayseri’de doğdum Sezai Bey…
Akademisyen bir kimliğiniz var
bildiğim kadarıyla, nerede görev yapıyorsunuz şu an?
Sakarya Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Kelam Anabilim Dalı başkanıyım…
Peki… Çalışma alanınızdan biraz
bahseder misiniz, okuyucularımız sizi tanısınlar?
Kelam ilmi benim alanım. Kelam ilmi, İslami bir disiplindir. "Bir Müslümanın neye nasıl inanması gerekir” sorusuna yanıt arar. Bunu cevaplamak için de, Kur’an ve aklı, öncül kaynak olarak kabul eder.
‘Kelam’ ilminin ilgi alanı
nelerdir, sadece İslam diniyle mi sınırlıdır bu alan?
Kelam disiplini, daha çok inanç ve akaid konularıyla ilgilenir. Ancak kelamın işlevselliği, İslami inanç ilkelerini ispat, bu konuda mü’mini aydınlatmak yanında, inanç değerlerini savunmak görevini üstlenmesidir. Bu doğrultuda kelamın ilgi alanı, inanç boyutunda Müslümanlık, Yahudilik ve Hıristiyanlık gibi semavi dinler yanında, yeryüzünde mevcut olan bütün inanç sistemleriyle ilgilenmektir. Bu alana Budizm girdiği gibi, laiklik de kapsama alanı içerisindedir. Buna ‘Yeniçağ Dini Akımlarını’ da ekleyebiliriz. İslam inancı doğrultusunda itikadın arkasından ibadetler gelmektedir. Kelam, ‘nasıl namaz kılınacağı’ndan daha, çok ‘niçin namaz kılınmalıdır’ sorusunu cevaplandırır. Yine orucun nasıl tutulmasından öte, ‘niçin oruç tutulmalıdır’ konusunu inceler. Müslümanın öncelik alanı olan iman konuları, bütün yönleriyle ‘Kelam’ ilminin ilgi alanına girmektedir.
Kelam’ın ilişkili olduğu başka
alanlar var mı peki?
Kelam, bütün İslami disiplinler yanında; sosyoloji, felsefe ve psikoloji gibi alanlarla da yakından ilişkilidir. İslam dünyasındaki dini algı, oluşum ve hareketler de bu dalın ilgilendiği konular arasındadır.
Ramazan ayındayız artık… Ramazan
ayı İslam dünyası için ne ifade ediyor sizce?
Ramazan, kulluğu ifade etmektedir. Müslümanın kendini yaratanı hatırlaması anlamına gelmektedir. Oruç, bireyin, kendine sahip olmadığı, sıradan ihtiyaçlarında dahi kendisinin Yaradan’a muhtaç olduğunu hatırlamasıdır. Allah’ın izni olmadan en acil gereksinimlerini bile kendi kendine elde edemeyeceğini idrak manası taşımaktadır. Sonuç olarak oruç, Rab-kul ilişkisini zihinlere kazımaktır.
Dünya Müslümanları açısından
önemine dair ne düşünüyorsunuz?
Ramazan
aynı zamanda İslam dünyasındaki Müslümanların birbirlerinin farkına varmalarına
yol açar. Yani benimle birlikte bir milyardan fazla insan, ‘aynı ayda aynı ibadetle
meşguldür’ anlayışını doğurur ki, bu mü’minin dar ve yerel bakış açısını,
evrensele dönüştürür.
Orucun okuduğumuz, bildiğimiz bir
tanımı var tabii ki, ama ben yine de sizden bir kez daha rica edeceğim…
Oruç, bütün benliğimizle Rabbe yönelmektir. Ancak Kur’an’ın ifadesi ve Hz. Muhammed’in (sav) uygulaması doğrultusunda, Ramazan ayında güneş doğmadan önce başlayarak, battığı ana kadar, öncelikle yeme ve içmeden uzak durmaktır. Asıl olan oruç, ruhsal ve bedensel bütünlüktedir. Bazen karşılaşıyoruz, "Oruç aslında Ramazanda üç gün imiş de, Müslümanlar bu günlerin hangileri olduğunu bilmedikleri için tüm ay boyunca oruç tutuyorlar” şeklindeki bir düşünce, Hz. Peygamberin uygulamalarından uzak, realite ile bağdaşmayan ve İslami geleneği gözardı eden, saçma bir anlayıştır.
Son yıllarda gözlemlediğimiz
kadarıyla sanki Oruç tutanlarda bir azalma var gibi mi hocam… Yüzde 99’u
Müslüman olan bir ülke de bu biraz garip bir durum gibi… Bunu sizde
gözlemlediniz mi bilmiyorum, bu neden kaynaklanıyor olabilir?
Oruç tutanların azalması, ülke insanının Müslümanlıktan uzaklaştığı anlamına gelmez. Oruç, ibadetlerden birisidir. Mümin, öncelikle inanç ve akaid alanında mensubiyetini belirler. Ardından ibadetler gelir. İbadetlerden bir veya birkaçının eksikliği, Müslümanının mensubiyetine hasar vermez. Sadece bir eksiklik söz konusu olur. Bununla birlikte, düşünülenin tam aksine, araştırmalar Türkiye halkını dindar göstermektedir. Oruç tutanların azalması ile ilgili ciddi bir araştırma göremedim. Oruç tutanların azlığı veya çokluğunu tespitin en gerçekçi anı, iftar saatidir. O saatlerde sokaklara bakmak gerekir.
Etik anlamda bir zayıflık mevcuttur…
Birde ben 15-20 yıl öncesi bu
kadar açıktan oruç yemelere rastlamazdım… Sanki utanırlardı insanlar,
düşünceleri ne olursa olsun. Şimdi bu duygu kalkmış gibi geliyor bana…
Ancak eski zamanlara nazaran oruç konusunda bir saygısızlık söz konusudur. Oruç yemeler önceleri gizli yapılırdı. Şimdi ise, bu konuda empati yoksunluğu var. İnançlara saygı, bir insani erdemdir. Etik anlamda bir zayıflık mevcuttur. Eskiden Ermeniler ve diğer Hıristiyanlar bile, Ramazan ayında dışarıda yiyip içmezlerdi. Bu korkudan değil, saygıyla alakalıdır. Simdi Ermeni ve diğer Hıristiyanlarda da dinlerinden bir kopma söz konusu olması nedeniyle hassasiyet azaldı. Günümüz Türkiye’sinde ki seküler kesim, insani değer ve saygı konusunda ciddi bir çöküntü yaşamaktadır. Her kesimin yobazı vardır. Günümüz Türkiye’sinde saygı yoksunu kesimler arasında, katı seküler olanlar başta gelmektedir.
Oruç tutmak bir insanın ruhu ve
psikolojisi üzerinde ne tür etkiler bırakır ve hocam? Ne katar insana…
Orucun bireyin fiziki yapısına yönelik, "Oruç tutun sağlıklı olun” şeklindeki rivayet malumdur. Ancak orucun en erdemli boyutu, o kimsenin ruhsal/psikolojik mahiyetine yapmış olduğu katkıdır. Bu doğrultuda oruç ile sabır arasında doğrudan bir ilişki söz konusudur. İradenin güçlenmesi yanında azimli olmaya yönelik katkısı da, bireyin psikolojik hayatını güçlendirme, zorluklara karşı dayanma ve başarılı olmada bilinçli eylem yanında sonuca ulaşmadaki mutluluğun hazzını yaşamadaki verileri dikkat çekicidir.
Oruçlu insanın en önemli önceliği…
Tam burada şunu da soralım…
Hanımlar özellikle şikayetçi bir husustan. Genelde evin hanımları da hasta
oldukları günler haricinde oruç tutuyor eşleriyle birlikte, fakat evin
erkekleri iftara yakın sinirlenip, bağırıp çağırıyorlar, ayrıca iftara yetişmek
için trafikte gözlenen gergin tavırlar, korna çalmalar, kavgalar oluyor… Bu ve
benzeri tavırlar tutulan o orucun hakkını vermemek sayılmaz mı?
Oruç, Yahudilik ve Hıristiyanlık gibi tüm semavi dinlerde mevcuttur. Oruç; bu anlamda dini bir ritüeldir. Orucun bedensel ve ruhsal sağlık üzerindeki etkisi ile ilgili birçok bilimsel araştırma mevcuttur. Ancak sorun, Müslümanın yapmış olduğu ibadetin bilincinde olmasıdır. Mümin, tüm benliğiyle ibadet etmeli ve oruç tutmalıdır. Bu nedenle birçok hadiste Hz. Muhammed (sav): "Bazı kimselerin orucu, kendisine açlık ve susuzluktan başka yarar sağlamaz” demiştir. Belirttiğiniz kimselerin orucu, bu kategoriye girmektedir. Oruçlu insanın en önemli önceliği sabırdır. Ramazan sonunda bu boyutta bir tekamül söz konusu olmamışsa, o kimse tuttuğu orucu sorgulamalıdır. Sözgelimi iftarda yemeğin tuzunu yeterli bulmama gibi sinirli bir tavır içerisinde olan bir mümin, tuttuğu orucun idrakinde olmadığını da anlamalıdır. Oruç bir tür direnç ayıdır.
Müslümanların büyük bir kısmı
dünyevileşmektedir…
Oruç tuttuğumuz günlerde envai
çeşit sofralar kurulduğunu gözlemliyoruz. Biraz israfa kaçıyor gibi bir görüntü
de sergileniyor zaman zaman. Bu Oruç tutmanın faziletine ters düşen bir şey
değil midir? Burada ölçü ne olmalıdır?
Küreselleşen dünyada, Müslümanların büyük çoğunluğu dünyevileşmektedir. Buna ‘Individualism’de denmektedir. Aynı zamanda küreselleşmemin bir sonucu olarak, "Religious Market” diye ifade edilen, dinin metalaşmasıdır. Bu doğrultuda Ramazan, amacının dışında bir eğilime yöneltilmektedir. Ramazan ayı, Kur’an’ın şiddetle yasakladığı, gösteriş ve israf zamanı ve arenası olmamalıdır.
Yine, Ramazan aylarında fakir ve
fukaraya yardımlar yapılıyor malum. Fakat son yıllarda bu iş çığırından çıktı
gibi... Örnek olsun falan diyoruz ama, o insanlar incinmiyorlar mı, evlerinin
içine girip mağduriyetlerini göstermek, ayakkabılarına kadar göstermek ve genç
çocuklarımızı o hallerde arkadaşları, Türkiye görüyor ekranlarda. Böyle bir
halde ezilmezler mi incinmezler mi? Bu tür yardımları yaparken toplumsal olarak
gözetmemiz gereken İslami ölçüler konusundaki fikriniz nedir?
Din, dünyevileşme sürecine girince, insanlar dini değerleri istismar ederek, kendi reklam ve çıkarı yolunda kullanmaktadırlar. Yardım, Allah rızası için yapılmalıdır. Bahsettiğiniz gibi olunca, bu amacının dışına taşılmış olmaktadır.
Müslüman olmayan birinin verdiği
iftar…
Anadolu’da dikkatimi çekmiştir…
Ramazan ayıyla beraber 5 vakit Namaza da başlayan insanlar çok. Bittiği vakitte
bırakırlar 5 vakit kılmayı. Sonra, sadece Cuma’ya devam ederler… Bu durum bana
ilginç gelmiştir hep. Bu anlayış hakkındaki görüşleriniz?
Imam Gazzali bu tutumu, insan psikolojisiyle açıklar. Yani ibadetin zor geldiği bir kesim, sınırlı ve süreli olan zamanlarda ibadete yönelir. Onunla bir sene idare eder. Beş vakit namaz zordur. Ama Ramazanda oruç ve ibadet, kısa zamana yönelik olduğu için, kolaydır. Yani bu tür tutum ve davranışlar, tamamen tembellik eseridir. Ama bütün yılı namazsız geçirmekten de iyidir. Ramazanda dini, hiç kimseye bırakmayan bir kesim de vardır. Dini bilgi fakiri olan bu laik ve seküler kimseler, dini kültür ve bilgi yoksunu olmalarına rağmen, dini konularda "ahkam” keserler. Cehaletin ileri boyutudur bu. Görsel ve sosyal medyada birçok örneklerini bulabilirsiniz.
İftarlar veriliyor ramazan ayında
sıkça… Bu topluma açık soflaralar nasıl olmalıdır, ya da arkadaş çevresini
çağırıyorsunuz. İnsan Profili açısından mesela özellikle bu tür sofralarda
fakir fukara olmadığı vakit o sofranın faziletine halel gelir mi? Böyle bir
gereklilik var mıdır?
İftarları iki boyutta değerlendirmek gerekir. İlki, eş, dost, akraba ve arkadaşlarını iftara davettir. Bu dini açıdan bir sorun oluşturmaz. İkincisi ise, ihtiyaç sahibi kimselere verilen iftardır. Bu bireysel olduğu gibi, bazı belediyelerin, kurum ve kuruluşların yaptığı şekliyle muhtaçlara yönelik hazırlanan bir iftar sofrasıdır. Yani her ikisi de iftar fazileti içerisinde değerlendirilmelidir.
Hocam Ramazan’da Gayrimüslimlerde
artık İftar veriyor, Müslümanlar için. Kendileri de oruç tutmuyor. Bu tür
iftarlar hakkındaki görüşünüzü alabilir miyiz?
Müslüman olmayan birinin vermiş olduğu iftar iki amaca yöneliktir. Birincisi, aynı toprakta yaşadığı Müslümanlara saygıdır. İkincisi ise, toplumdaki fakirlere yönelik bir ikramdır. Her iki amaçlı iftara katılmak, birlikte yaşamak kültürünü pekiştireceği için sorun oluşturmaz. Bunun örnekleri geçmişte de mevcuttur. Burada kimin iftarı olduğuna bakmaktan öte, iftar olgusuna yoğunlaşmak gerekir.
Suriye’den gelen ezici çoğunluğun
yardıma ihtiyacı var…
Birde ‘Fitre’ meselesi var… Fitre
ne amaçlı ve kimlere verilir hocam?
İhtiyaç sahibi fakirlere verilmektedir. Buna ekonomik durumuna bakılmaksızın öğrenciler de dahildir.
Şunu da soralım, çünkü kamuoyu
ramazan öncesi epeyce merak ediyor… Ülkemizde fakir-fukara çok, birde
Suriye’den gelen savaş mağdurları insanlar var misafir… Nasıl bir yol izlemek
lazım, fitre-zekat verirken. Mesela; Fitre ve zekat ikiye bölünüp verilebilir
mi? Yarısı Türkiye’den hak sahiplerine, diğer yarısı da başka mağdurlara?
Bu tür yardımlarda temel algı, ihtiyaç sahibi olması ve gereksinimlerini giderecek bir miktarda olmasıdır. Bu nedenle, Suriye’den gelenlerin ezici çoğunluğunun yardıma ihtiyacı var. Bunun miktarı ise, verilen fitre ve zekatların onların en azından kısa vadeli ihtiyaçlarını karşılayacak nitelikte olması gerekmektedir. Eğer yardım miktarı bir kişinin ihtiyaçlarını karşılamaktan öte ise, elbette diğerlerine de yardım edilebilir.
Hocam zekat’ta gündeme geliyor haliyle
bu ay da… Türkiye’de herkes zekatını veriyor mu sizce? Kaçak var mı size göre
bu alanda da.. Bu konuda sizin görüşünüz nedir?
Bu konuda bir araştırma mevcut olmadığı için, sağlıklı bir değerlendirme yapmak zor görünmektedir. Zekat, bireysel olarak verilebileceği gibi, Osmanlılar ve diğer Müslüman devletlerde olduğu gibi, resmi devlet tarafından da toplanıp verilebiliyor. Zekat, dini bir ibadettir. Dini hassasiyet ölçüsünde zekatı vermek, Müslümanın bir yükümlülüğüdür.
Zekat vermemenin vebali ve
sorumluluğu…
Peki, Zekat ille de Ramazan ayında
mı verilir? Bizde genelde bu aya endeksli gibi?
Zekat, Ramazan ayına özgü değil ama bazı Müslümanlar bu ayda daha faziletli ve sevaplı olduğunu düşündükleri için bu aya özgüymüş gibi algılanabilmektedir.
‘Zekat’ ve ‘Fitre’ vermemek, bir
Müslüman için ne sonuçlar doğurur Fıkhen? Dinen de bu görevini yerine
getirmediği için toplumun yaralarını sarmadan imtina ettiği için bu eyleminden
dolayı meydana gelebilecek toplumsal problemler dolayısıyla bir vebal altına
girmiş olur mu?
Bireysel ve toplumsal olmak üzere ibadetler ikiye ayrılır. Bunlar arasında ikincisi daha önceliklidir ve sorumluluk taşır. Allah-kul ilişkisine yönelik olan bireysel ibadet, Allah ile kul arasındadır ve affedilmesi daha mümkündür. "Kul hakkı ile karşıma gelmeyiniz” şeklindeki rivayetler de, bahsettiğiniz hususun önemini ortaya koymaktadır.
Ateizm, hiçbir şekilde Alevilikle
bağdaştırılamaz…
Şunu da merak ediyorum, sizi
bulmuşken bu soruya da cevap alalım. 1950’lerden önce ‘Anadolu Aleviliği’
diyoruz ya hocam, bir kitapta okumuştum. O vakitler, Türkiye’deki yukarda bahsettiğim Alevilerin birçoğu namaz
kılar oruç tutarmış. Sizce bunu değiştiren etken ne oldu hocam? Çünkü şimdi
gözlemliyoruz da birçok Alevi, Müslüman olmalarına rağmen muharrem orucu
dışında oruç tutmuyorlar, ya da ramazan ayı içinde 3 gün tutuyorlar. Bu bana
epeyce ilginç gelmişti …
Önceleri Alevilik, genellikle tek bir anlam ifade ediyordu. Alevilik, Anadolu’da yaşayan ve Alevi-Bektaşi geleneğine sahip, dini anlayış ve yorumlayışında Türk kültürünün baskın karakter olduğu bir İslami anlayıştı. Fransızların Suriye’yi işgali sonrası tarihte, Nusayriler olarak bilinen kesim, Fransızların adlandırmasıyla "Arap Aleviliği” şeklinde yadedilmeye başlandı. Tarihsel bağlamda Arap Aleviliği (Nusayrilik) ile Anadolu Aleviliği arasında ciddi farklar vardır. Nusayrilik, bir Şii ekoldür ve İran Şiasından da farklıdır. İran molları onları, "Gulat-ı Şia/Aşırı Şiilik” olarak tanımlarlar. Cumhuriyet sonrası ise, Anadolu’daki Alevi toplumunun Alevilik anlayışında bazı değişimler meydana geldi. Günümüzde tek tip bir Alevilik yoktur. Ateizm, hiçbir şekilde Alevilikle bağdaştırılamaz. Alevilik kültürünü bilen bir kimse, ‘Ben Ateist Aleviyim” dediğinde, o Aleviliği bilmiyor demektir.
Neden hocam?
Neden… Çünkü; bir Alevi bireysel anlamda inancını gelenekten farklı yaşayabilir. Ancak İmam Cafer başta olmak üzere 12 imam, Hacı Bektaş-ı Veli gibi önderler, Ramazan orucunu tutmuşlardır. Buna ek olarak da Muharrem/Matem ve Hızır orucu da tutulmuştur. 12 İmamı kabul eden ve onların yolundan gittiğini ileri süren bir Alevinin Ramazan orucunu tutmaması, inancıyla çelişkiye düşmesi anlamına gelir.
Muhammed
dünyaya geldi
Şu
alem nur ile doldu
Hacem
İmam Cafer oldu
Okurum
Kur’an’dan beri
(Şah
İsmail Hatayi)
--------------------------------------
Muhammed’i
candan sev ki
Ali’ye
Selman olasın
Ehl-i
Beyt’e gönül ver ki
Ali’ye
Selman olasın
(Ş. İsmail Hatayi)
deyişlerinde olduğu gibi, Allah, Muhammed, Ali ve 12 imamı benimseyen ve özümseyen bir Alevi’nin, Allah’ın emrettiği, Hz. Muhammed’in, Hz. Ali’nin ve 12 İmam Hazretlerinin uyguladığı bir dini buyruğu yerine getirmelerine yönelik bir inanç, zorunlu görünmektedir.
Tarihsel süreçteki bir takım sürtüşmeler nedeniyle Sünniliği karşıt olarak oruç tutmamak anlayışı ise, tutarlı görünmemektedir. Zira Sünnilik, Aleviliğin karşıtı olarak görülmemelidir. Şiilik ise, Sünniliğin karşıtı olarak algılanmaktadır.
İslam ülkelerindeki siyasi veya
ilmi kibir!
Son yıllarda oruç tutarken
karşılaştığımız ilginç bir durum var. Bazı insanlar gün ışığına bakarak, ezan
okunduktan daha sonraları sahurunu kapatıyor haliyle de akşam ezan okunduktan
sonra yine gün ışığına bakarak herkesten biraz daha geç orucunu açıyor… Bu
konudaki görüşleriniz nedir?
Marjinal
İslami algılar mevcuttur. Ancak bunlar bireysel veya yereldir. Telefon,
bilgisayar gibi çağın ürünleri olan teknolojik aletleri kullanıp, ardından
teknolojik bilgilere değil de kendi duyularına göre hareket eden kişiler, çağı
geriden takip ediyorlar demektir.
Aynı minvalde Ramazan Bayramı günlerinde
de bu tür şeyleri görüyoruz… İşte, ‘Hilal görüldü-görülmedi’ denilerek bir gün
önce ya da normal takvimden bir gün sonra ‘Bayram’ edenler var. Bu tür
uygulamalara ne diyorsunuz?
Geçen senelerde "Rü’yet-i Hilal” toplantıları yapıldı. Sorunu çözmek amacıyla farklı yöre, algı ve ülkelerden İslam bilginleri bir araya geldi. Ancak hiç birisinde ortak bir karara varamadılar. Nedeni ise, dini bir çözümden çok, siyasi bir yaklaşım sergilenmesidir. Buna İslam ülkelerindeki "siyasi veya ilmi kibir” denilebilir. Sorunun çözülmesi için mevcut Diyanet İşleri Başkanlığı çok çaba harcadı ama maalesef sonuç alınamadı. Oysaki Osmanlı döneminde de imsakiyeler mevcuttu.
Fakir-fukaraya verilen iftara
başkalarının katılması…
Biliyoruz ki, bazı iftarlar
fakire-fukaraya has olarak veriliyor… Durumu iyi olan birisi gidip halka açık
olan o yerlerde, imkanı varken iftar edebilir mi, ederse bunun hükmü nedir
hocam?
Özellikle büyük şehirlerde bu yaşanıyor. İşten eve dönerken iftara yetişemeyeceğini anlayan bir yurttaş, bir iftar sofrasına katılabiliyor. Bunun dini bir sakıncası yoktur.
Gerekçesi bilinmediği için ‘Oruç’
tutmayanlarda var. Müslüman’da olabiliyor bunlar, Gayrimüslim de… Oruç tutmayan
bu insanların halini görünce bazen aşırı sayılabilecek bir tepki gösteren
insanlara rastlıyoruz zaman zaman. Çok az da olsalar. Diyelim ki; birini gördü
oruç tutan bir Müslüman, karşısındaki kişi açıkta yiyor, içiyor. Bu halde oruç
tutmayanlara karşı o kişinin davranış şekli nasıl olmalı?
Oruç sabır, sebat ve hoşgörü ayıdır. Şeytanların dizginlenmesine yönelik rivayetleri bu bağlamda okumak gerekir. Türk geleneğini bilmeyen bir turistin dışarıda bir şey yiyip-içmesi normal karşılanabilir. Ülkemizdeki Gayr-ı Müslimler de, dindarlığı ölçüsünde bu konuda hassastırlar. Ancak burada saygı beklenen kesim, oruç tutmayan laik ve seküler kitledir. Özellikle katı ve seküler olanlar, dinin her alanında olduğu gibi, bu konuda hoşgörü ve saygı yoksunu olanlar vardır. Bu tür insanlardan oruç tutanlara yönelik bir hoşgörü beklemekten öte, insani bir tavır beklemek, oruç tutanların beklentisidir. Oruç tutanların yanında onları rahatsız edecek tutum ve davranışlar sergileyen bu kitlenin, "oruç tutmuyor diye dayak yedi” türü provakatif haberlerini geçmişte çok gördü bu ülkenin insanları. Oruç tutanlardan rahatsız olmak, ruhsal bir rahatsızlıktır. Tek tiplik ve herkes benim gibi düşünmelidir şeklindeki bir algı, ‘Hard’ laikliğin doğal bir sonucudur. Bu nedenle onlar, "Diktatördürler!”.
Müslüman kimliğini taşıyan kimselerin din ve dini karşıtlık tavrı…
Oruç bir sınav mıdır, öyle kabul
edilirse kimin ve neyin sınavıdır?
Oruç bütün toplumun bir samimiyet sınavıdır. Oruç, asıl dine ilgisiz kesimin bir sınavıdır. Oruç tutanlar için, sabır, irade ve metanet sınavıdır. Yahudi ve Hristiyanlar hakkında, kutsal dinlerdeki ortay paydaya yöneliktir. Sünniler için, söylem-eylem ilişkisindeki ciddiyet imtihanıdır. Aleviler hakkında, sevgi ve hoşgörü söylemindeki doğruluk sınavıdır. Laik ve seküler kesim hakkında da, insani değerlerdeki gerçeklik sınavıdır. Oruç tutanları rahatsız edecek şekilde bir tutum içerisindeler ise, insani değerlerden nasipsiz olduklarını sonuç veren bir sınavdır. Özet olarak oruç herkes için, sevgi, saygı ve samimiyet sınavıdır. Ancak özellikle, insani değerlerden bahseden, insana saygıdan söz eden, özgürlükten dem vuran, diktatörlükten uzak oldukları söyleminde bulunan Türkiye'deki seküler kitlenin sınavıdır…
Oruç tutmayan bir insanın, Oruç
tutan insanlara karşı toplumsal, sosyal, insani bir çerçevede davranması, nasıl
bir yol izlemesi örf ve adetlerimize, dinimize göre uygundur, bunun bir ölçüsü var mı hocam?
Burada, dini ve kültürel bir yaklaşımdan ziyade insani bir tavır beklenir. Oruç tutanların kendilerine saygı gösterilmesini beklemeleri, insani bir olgudur. Bu bir kültür meselesidir. Sözgelimi bu konuda; "Soft laik” olan Batı toplumu, Türkiye’de "Hard laik” olan kitlelerden daha sağduyuludur. Yoğurt ve süt bozulsa bir şekilde yenebilir. Ama yağ bozulsa, zehir olur. Müslüman kimliğini taşıyan veya geçmişinde Müslüman olan kimselerin din ve dini karşıtlık tavrı, yağın bozu