Öyle ki, hem televizyon dizileri hem de Irak’ın yolsuzluk vakaları, izleyicinin olayları ve gelişmeleri merakla takip etmesini ve sonlarını beklemesini sağlayan bir olay örgüsüne sahip. Bizler Irak'ta yolsuzluk haberleriyle, yolsuzluğa karışan kişilerle ve olayların detaylarıyla tıpkı dizi izler gibi ilgileniyor ve etkileşime giriyoruz. Haber bültenlerini ve siyasi tartışma programlarını asla kaçırmıyoruz. Dahası yolsuzluk vakaları, kötü hizmetlerden, sağlık durumunun kötüleşmesine ve vatandaşlarla devlet daireleri ve kurumları arasındaki gündelik işlere kadar günlük hayatımızın bir parçası oldu.
Yolsuzluk skandallarına dair dizinin son bölümünde, davanın baş sanığı Nur Zuheyr Casim’in 14 Ağustos’taki duruşmasına katılmaması ve duruşmanın ayın 27'sine ertelenmesiyle başlayan ve ‘yüzyılın soygunu’ diye adlandırılan dava yeniden gündeme geldi. Davanın baş kahramanı Nur Zuheyr Casim, Irak'ın ‘Al-Sharqiya’ adlı televizyon kanalına verdiği röportajda kendisinin de mağdur olduğunu söyledi. Tüm bunları ‘uydurma’ olarak nitelendiren Casim, soygun ya da yolsuzluk olmadığını belirtti. Ancak siyasetçilere, medya mensuplarına ve devlet çalışanlarına rüşvet verdiğini inkâr etmeyen Casim, Irak'taki bürokrasinin yolsuzluğun temeli olduğunu vurguladı.
‘Yüzyılın soygunu’ dizisinin başrolü Casim, Beyrut'ta bir trafik kazasına karıştığına dair haberlerin ardından Iraklıların gözlerini kendisiyle ilgili haberlerden bir an olsun ayırmaları için çabaladı. Basın ortada bir kaza olmadığı ve duruşma tarihinden kaçmak için uydurulduğunu ortaya çıkarana kadar Irak kamuoyu, özellikle duruşma tarihi yaklaşırken söz konusu ‘kazaya’ ilişkin yorumlarla meşgul oldu.
İronik olan şu ki, yolsuzluk haberlerini takip etmekle o kadar meşgul hale geldik ki, milyonlarca ve milyarlarca dolarlık hırsızlık ve yolsuzluk vakalarını duymaya alıştık. Milyonlarca vatandaşın sosyal yardımlarla geçindiği bir ülkede yaşıyoruz ve bu korkunç rakamlar Ürdün, Suriye ve Lübnan gibi ülkelerin genel bütçesiyle boy ölçüşebilecek düzeyde.
Başbakan Muhammed Şiya es-Sudani, göreve başladığı dönemlerde, yüzyılın soygunu skandalına karışanlardan hesap sorulmaması ve fonların geri alınmaması halinde yolsuzlukla mücadeleden bahsetmenin bir anlamı olmadığını açıkça ifade etti.
Sudani’nin açıklaması oldukça inandırıcı görünüyor, çünkü şimdiye kadar yolsuzluk dosyalarının hiçbiri çözüme kavuşturulmadı ve olaya karışanlardan hiçbiri yargılanmadı.
Bu açıklamaya rağmen Başbakan Sudani ve hükümeti, yüzyılın soygunu davasına müdahil olarak, dosya henüz yargının elindeyken ve ilk sanık Casim parmaklıklar arkasındayken çalınan paranın devlet hazinesine iade edileceğine söz verdiler. Başbakan Sudani, kendisini Irak devleti tarihindeki en ciddi yolsuzluk dosyasını ve belki de en büyük devlet fonları hırsızlığını çözen kişi olarak pazarladı ve bu dosyayı çözerek bir başarı elde ettiğini söyledi. Daha sonra Casim’in Irak dışında olduğu, herhangi bir hareket kısıtlaması bulunmadığı ve ülkeler arasında seyahat ettiği ortaya çıktı. Casim, bir televizyon kanalına verdiği röportajda, yüzyılın soygunu diye anılan davayı ‘yüzyılın yalanı’ olarak tanımlayarak, kirli bir şantajın kurbanı olduğunu ve milyonlarca dolar değerinde rüşvet teklif edildiğini söyledi.
Yüzyılın soygunu davasının baş şüphelisinin milyarlarca dolardan bahsettiği röportajı, tüm Irak yönetim sistemi için bir skandaldı. Eğer yolsuzluk tüm siyasi sistemi içten içe kemirmiyor olsaydı, bu fonlar hırsızlığa ya da dolandırıcılığa karşı nasıl savunmasız olabilirdi. Irak’ta yolsuzluk vakaları o kadar yaygın hale geldi ki, iktidardaki tüm aktörler, hatta kurucuları bile buna bulaşmış durumda. Dolayısıyla, yolsuzluk sisteminin yönetilmesinde, mafyalar ve çeteler için mümkün olduğunca çok yağmalanması gereken bir altın madeni haline gelen devlet kaynaklarının yağmalanmasının meşrulaştırılmasında, doğrudan ya da dolaylı olarak yer alan siyasi figürlerin yolsuzluğu teşhis etmesine ve nitelendirmesine artık ihtiyacımız yok.
Irak'taki yolsuzluk vakaları, siyasi partiler ile iktidar ve nüfuz sahibi güçler arasındaki rant ekonomisini bölüşme mücadelesini yansıtıyor. Bu yüzden tam bir örümcek ağına dönüşmüş durumda olan yolsuzluk vakaları, devlette üst düzey görevlerde bulunan kişilerle sınırlı kalmayıp, siyasi mafyaları ve siyasi ve sosyal sınıfların dışında kalan, etkili hükümet yetkilileri ve siyasi partilerin önde gelen isimleriyle olan şahsi ilişkilere göre çalışan yahut siyasi partilere ya da silahlı gruplara bağlı ‘ekonomi ofisleri’ adı altında çalışan kişileri de kapsayacak şekilde genişledi.
Irak’ta yolsuzluk dizisi devam ediyor ve her geçen gün yeni bir bölümü yayınlanıyor. Son bölümde hükümet ile Temsilciler Meclisi arasında 2024 yılı bütçe tablolarında 15 trilyon dinara (10 milyar dolar) ilişkin suçlamalar yer aldı. Hükümet, Temsilciler Meclisi Başkanlığını, gönderdiği tabloların hükümet tarafından gönderilen tablolardan farklı olduğu için suçladı. Bu anlaşmazlık nedeniyle Temsilciler Meclisi Başkanlığının nihai bütçe tablolarını onaylaması için yapılacak oylama ertelendi.
Hükümet, Temsilciler Meclisi Başkanlığına başvurarak tabloların üç farklı versiyonunun bulunduğunu teyit ediyor. Bunlardan birincisi, kâğıt üzerinde yer alıyor ve Bakanlar Kurulu tarafından gönderilen versiyonla arasında önemli farklılıklar bulunuyor. İkincisi, elektronik ortamda yer alıyor ve Bakanlar Kurulu’ndaki versiyon ile Temsilciler Meclisi'nin kâğıt versiyonu arasında önemli farklılıklar bulunuyor.
Mesele ne hükümet ile Temsilciler Meclisi arasındaki anlaşmazlıklar ne de bütçe dağılımları. Mesele Cumhurbaşkanı tarafından onaylanıp resmî gazetede yayınlandıktan sonra açıklanabilecek olan bütçe tablolarının onaylanmasındaki gecikmedir. Dahası, devlet kaynaklarının yönetiminde yasama ve yürütme kurumları arasındaki ilişkinin niteliği, ya federal bütçeyi hazırlamaktan sorumlu hükümetin iradesine karşı bütçe dağılımlarının manipüle edildiğini ya da milletvekillerinin açıklamalarına göre 10 milyar dolarlık bir açıkla sonuçlanan rutin işlemlerde hatalar olduğunu gösteriyor. Her iki durumda da idari bürokrasinin yolsuzluktan bir farkı yok. Zira her ikisi de siyasi yozlaşmanın tezahürleri olmaktan öteye gitmiyor.
Basında ve sosyal medyada Başbakanlık Ofisi içinde bir ‘şantaj ağı’ olduğu ile ilgili bir başka yolsuzluk dizisi daha var. Hükümet sarayında önemli mevkilerde çalışan bazı isimlerin tutuklandığı olayda bu kişiler, siyaset ve emniyet camiasından isimlerin telefonlarını dinlemek, siyasetçileri ve iş adamlarını taklit etmek ve yalan haber üretmekle suçlandılar. Yargı, bu suçlamaları sonuçlandırmamış olsa da bu suçlamaların varlığının kabul edilmesi bile hükümetin yolsuzlukla mücadeledeki güvenilirliğini zedeliyor.
Irak'ta yolsuzlukla mücadele için kurulan Dürüstlük Komisyonu, Mali Kontrol Bürosu, Temsilciler Meclisi Dürüstlük Komitesi ve yolsuzluk davalarına bakan mahkemeler gibi farklı isim ve unvanlara sahip birçok resmi kuruluş bulunmasına rağmen, yolsuzluk artarak devam ediyor. Irak’ta yolsuzluk, kendisiyle mücadele eden yasalardan daha yüksek bir otoriteye sahip.
Dünyada mali yahut siyasi yolsuzluğun olmadığı hiçbir ülke yoktur, fakat yolsuzluk vakalarının düzeyi bir ülkeden diğerine farklılık gösterir. Irak gibi bir ülke yolsuzluğun en yoğun olduğu ülkelerin başında geliyorsa, bu yolsuzluğu üreten siyasi sistem ve yönetici elitlerle ilgili gerçek bir sorunla karşı karşıyayız demektir. Şarku’l Avsat’ın Majalla'dan aktardığına göre ironik olan ise herkes yolsuzluğun olduğu konusunda hemfikir ve nerede yapıldığını biliyor. Ancak bununla mücadele etmek ya da buna bir sınır koymak için net bir irade yok. Çünkü herkes onunla birlikte yaşamaya ve onu doğal bir olgu olarak görmeye başlamış durumda. Bu yüzden isyan etmeye ya da onunla mücadele etmeye gerek duymuyor. Tehlikeli olan ise yolsuzluktan ve yayılmasından ziyade, yolsuzluğun devlet kurumlarına nüfuz etmesi ve hem vatandaşlar hem de siyasetçiler tarafından kabul görmesidir. Ardından gelenekler, toplumsal değerler, politikacılar ve yolsuzluğu kabul eden bir kültür üretildi. Bu ülkede yolsuzluk yapanların çoğunluk, yolsuzluk yapmayanların ise azınlık olması genel bir kuraldır. Siyasi bir pozisyonda ya da idari bir görevde bulunan herkes toplum tarafından yolsuzlukla suçlanan kişiler olarak algılanıyor. Toplumun yolsuzluk yapanları resmî törenlerde kutlaması, bu kişilerin devlette üst düzey görevlere getirilmesi ve kamu parasının çalınması vakalarına karıştığı kanıtlanan kişiler için hesap verebilirlik ve hesap sorma yükümlülüğünün bulunmaması, yolsuzluğun toplumsal değerlere yönelik tehlikesinin bir göstergesidir.
Yolsuzluk yapanların hesap vermemesi, yolsuzluğun artmasına ve yolsuzluk yapanların toplum tarafından kabul gören kişiler haline gelmelerine yol açtı. İktidar sistemi yolsuzluğun devletin tüm kademelerine nüfuz ettiğini kabul ederken, aynı zamanda onunla mücadele etmediği sürece yolsuzluğa karışanlar ülkeyi ve toplumu temsil eden kişiler haline gelecekler.
* İyad el-Anber’in imzasını taşıyan bu analiz Londra merkezli Al Majalla dergisinde Şark’ul Avsat’ın çevirisiyle yer almıştır.