Yaşam Kaynak: BBC 02.07.2025 17:05

Depremleri önceden hisseden hayvanlar

Endonezya açıklarında 2004 yılında meydana gelen 9,1 büyüklüğündeki deniz altı depreminin ardından ortaya çıkan tsunami en az 225 bin kişinin ölümüne neden oldu.
Depremleri önceden hisseden hayvanlar

Bu yüksek can kaybının bir nedeni de birçok topluluğun herhangi bir uyarı almamış olmasıydı.

Gelgit ve deprem sensörleri gibi insan yapımı erken uyarı sistemleri, net bir alarm veremedi.

Birçok sensör, bakım sorunları nedeniyle çalışmıyordu ve birçok kıyı bölgesinde tsunami siren sistemleri yoktu.

Uyarı için gönderilen kısa mesajlar da tehdit altındaki bölgelere ya ulaşmadı ya da hiç okunmadı.

Oysa dokuz metreye kadar ulaşan duvar görünümlü dev dalgaların hemen öncesindeki dakikalarda ve saatlerde bazı hayvanlar yaklaşan tehlikeyi hissetmiş ve kaçmaya çalışmışlardı.

Görgü tanıklarının ifadelerine göre filler yüksek yerlere koştu, flamingolar alçak bölgelerdeki yuvalarını terk etti ve köpekler açık alana çıkmayı reddetti.

Tayland'daki Bang Koey sahil köyünde halk, deniz kenarındaki bufalo sürüsünün bir anda kulaklarını diktiğini, denize doğru baktığını ve ardından tsunami vurmadan birkaç dakika önce yakındaki bir tepenin zirvesine doğru kaçtığını anlattı.

Daha önce Birleşmiş Milletler Afet Riskini Azaltma Uluslararası Stratejisi (UNISDR) danışma grubunda görev almış, şu anda Bonn'daki Alman Kalkınma Enstitüsü'nde araştırmacı olarak çalışan Irina Rafliana, "Felaketten kurtulanlar; inek, keçi, kedi ve kuş gibi hayvanların, depremden hemen sonra ve tsunami gelmeden önce kasıtlı olarak iç bölgelere doğru hareket ettiklerini gördüklerini söylediler. Hayatta kalanların birçoğu bu hayvanlarla birlikte ya da onların hemen ardından kaçmıştı" diyor.

Rafliana, Sumatra yakınlarında 2010 yılında meydana gelen denizaltı depremi sonrası oluşan ve Mentawai Adaları'nda yaklaşık 500 kişinin ölümüne yol açan tsunami gibi diğer felaketlerle ilgili saha çalışmalarında da benzer hikâyelere rastladığını belirtiyor.

Bu olayda da örneğin fil gibi bazı hayvanların sanki olayı önceden biliyormuş gibi tepki verdikleri rapor edilmişti.

Yeniden serbest bırakılan bir deniz kaplumbağasının da Ocak 2022'de Tongo'da gerçekleşen volkanik patlamadan iki gün önce U dönüşü yapar gibi aniden geri dönmesi şaşkınlık yaratmıştı.

Erken uyarı sistemleri, doğal afetlerin sıkça vurduğu birçok bölgede hâlâ mevcut değil.

2017 yılında Dünya Meteoroloji Örgütü, yaklaşık 100 ülkenin, bulundukları coğrafyalarda çok fazla doğal afet gerçekleşmesine rağmen erken uyarı sistemlerinden yoksun olduğunu ortaya koydu.

Ancak felaketlerden önce görülen hayvan davranışlarına dair anlatılar, bazı araştırmacıların konuya ciddi bilimsel ilgi göstermesine neden oluyor.

Bu da ilgi çekici bir soruyu gündeme getiriyor:

Hayvanların, yaklaşmakta olan doğal afetleri fark etmelerini sağlayan içgüdüsel bir sistemleri varsa insanlar için doğal bir erken uyarı sistemi olabilirler mi?

En eski kayıt MÖ 373 yılına ait

Doğal bir felaketten önce hayvanların alışılmadık davranışlar sergilediğine dair bilinen en eski kayıt, MÖ 373 yılına dayanıyor.

Yunan tarihçi Thukydides'e ait olan bu kayıt, yıkıcı bir depremin birkaç gün öncesinde farelerin, köpeklerin, yılanların ve gelinciklerin Helike şehrini terk ettiğini bildiriyor.

Tarih boyunca benzer başka raporlar da bulunuyor.

Örneğin, 1805 Napoli depreminden dakikalar önce öküzlerin, koyunların, köpeklerin ve kazların hep birlikte alarm verir gibi sesler çıkardığı, 1906 San Francisco depreminden hemen önce ise atların paniğe kapılarak kaçtığı söyleniyor.

Gelişmiş teknolojiye rağmen birçok doğal felaketin yaklaştığını tespit etmek hâlâ zor olabiliyor.

Örneğin depremler söz konusu olduğunda, sismik sensörler ancak yer sarsılmaya başladığında dalgalı çizgiler üretebiliyor.

Güvenilir öngörüler yapılabilmesi için, olaydan önce oluşan öncü sinyallere ihtiyaç var.

Ancak bugüne kadar, büyük depremlerden önce tutarlı bir şekilde görülen sinyallere rastlanamadı. Bu nedenle bazı bilim insanları, hayvan davranışları gibi daha alışılmadık uyarı sinyallerini dikkate almaya istekli hale geldiler.

Fransız Biyoçeşitlilik Ofisi'nden (OFB) ornitolojik bir ekibin lideri ve aynı zamanda Pasifik'i geçen göçmen kuşların fırtına ve diğer tehlikelerden nasıl kaçınabildiğini inceleyen Kivi Kuaka projesinin bir parçası olan Charlotte Francesiaz "Bugün elimizdeki tüm teknolojiye rağmen, depremleri ya da çoğu doğal felaketi düzgün şekilde tahmin edemiyoruz" diyor.

Hayvanların felaketleri nasıl öngörebileceğine dair en önemli araştırmalardan biri, beş yıl önce Almanya'daki Max Planck Hayvan Davranışları Enstitüsü'nden Martin Wikelski liderliğindeki bir ekip tarafından gerçekleştirildi.

Bu çalışmada, İtalya'nın merkezindeki deprem riski yüksek Marche bölgesinde bir çiftlikte farklı hayvan türlerinin (inek, koyun ve köpekler) hareket kalıpları "biyolojik kayıt" (biologging) adlı yöntemle kaydedildi.

Her bir hayvana takılan çipli tasmalar Ekim 2016 ile Nisan 2017 arasında her birkaç dakikada bir hayvanın hareket verilerini merkezi bir bilgisayara gönderdi.

Bu süre zarfında, bölgede resmi kayıtlara göre 18 binden fazla deprem meydana geldi. Bunlar 0,4 büyüklüğündeki küçük sarsıntılardan, 4,0 ve üzeri büyüklüğe ulaşan yaklaşık bir düzine depreme kadar uzanıyordu.

Ayrıca yaşanan sarsıntılardan biri de 6,6 büyüklüğündeki yıkıcı Norcia depremiydi.

Sekiz depremden yedisi tahmin edilebildi

Araştırmacılar, çiftlik hayvanlarının depremlerden yaklaşık 20 saat önce davranışlarını değiştirmeye başladıklarına dair kanıtlar buldu.

İzlenen çiftlik hayvanları topluca, kesintisiz 45 dakikadan fazla süre boyunca normalden yüzde 50 daha fazla hareketli olduklarında, araştırmacılar 4,0 büyüklüğünün üzerindeki bir depremi tahmin ettiler.

Bu yöntemle sekiz güçlü depremden yedisi doğru şekilde öngörüldü.

Martin Wikelski, çalışma 2020 yılında yayınlandığında "Hayvanlar, yaklaşmakta olan depremin merkez üssüne ne kadar yakınsa, davranışlarını o kadar erken değiştiriyordu. Bu da bize hayvanlardaki fiziksel değişimlerin, yaklaşan depremin merkez üssünde daha yoğun olduğunu ve uzaklaştıkça zayıfladığını gösteriyor" açıklamasını yaptı.

Yine Wikelski tarafından yürütülen bir başka çalışmada, Sicilya'daki Etna Yanardağı'nın volkanik yamaçlarında gezinen 'işaretlenmiş' keçilerin hareketleri izlendi.

Bu çalışma da hayvanların, Etna'nın ne zaman faaliyete geçeceğini önceden hissettiklerine dair izlenimler ortaya koydu.

Şu an Londra South Bank Üniversitesi'nde görev yapan davranış ekoloğu Rachel Grant da Güney Amerika'da yaptığı bir çalışmada benzer sonuçlara ulaştı.

2011 yılında meydana gelen 7,0 büyüklüğündeki Contamana depremini de kapsayan bir dönemde yapılan çalışmada Peru And Dağları'ndaki Yanachaga Ulusal Parkı'nda hayvanların hareket kalıpları, hareketle tetiklenen kameralar kullanılarak biyolojik kayıt yöntemiyle incelendi.

Grant, 2015 yılında yayımladığı makalesinde "Depremden yaklaşık 23 gün önce, kamera tuzaklarına yakalanan hayvan sayısı azalmaya başladı ve bu azalma, depremden sekiz gün önce hız kazandı.

Depremden on, altı, beş, üç ve iki gün önce ve depremin gerçekleştiği gün hiçbir hayvan hareketi kaydedilmedi.

"Bu son derece sıra dışı bir durumdu" ifadesini kullananan Grant, hayvan davranışlarındaki değişimlerin arkasında neyin olabileceğine dair önemli bir ipucu da ortaya koydu.

Depremden iki hafta önce başlayan ve her iki ila dört dakikada bir tekrarlayan yerel atmosferik elektrik yüklerindeki güçlü dalgalanmalar hayvan davranışlarındaki değişimlerle bağlantılı olabilirdi.

Özellikle büyük bir elektriksel dalgalanma, Contamana depreminden sekiz gün önce kaydedildi.

Bu da hayvanların ortadan kaybolmaya başladığı ikinci evrenin başlangıcıyla aynı zamana denk geliyordu.

Atmosferdeki elektromanyetik dalgalanmalar

Bilim insanları şimdi, depremlerden önce atmosferde meydana gelen bu elektromanyetik dalgalanmaların yaklaşan sarsıntıların bir uyarı işareti olup olmadığını ve hayvanların bunu hissedip hissetmediğini araştırıyor.

Depremlerden önce, derin kayaçlarda genellikle şiddetli gerilimler meydana gelir.

Bu tür gerilimlerin "pozitif delikler" olarak bilinen elektronik yükler oluşturduğu biliniyor.

Bu son derece hareketli elektronik yük taşıyıcıları, yer kabuğundan Dünya yüzeyine hızla akabilir ve ortaya çıktıkları bölgelerdeki hava moleküllerini iyonize edebilirler.

Böylesi iyonlaşmaların, dünya genelindeki depremlerden önce gerçekleştiği daha önce de kayıtlara geçmişti. Bu pozitif delikler hareket ettikçe, aynı zamanda çok düşük frekansta elektromanyetik dalgalar da üretirler. İşte bu da bazı hayvanların algılayabileceği ek bir sinyal olabilir.

İngiltere'deki Coventry Üniversitesi'nde fiziksel coğrafya ve doğal afetler alanında doçent olan Matthew Blackett, "Deprem öncülleri bilimsel olarak yeterince iyi belgelenmiş değiller" diyor ancak şunu da ekliyor:

"Bazı bilim insanları, hayvanların sismik kaçış mekanizması geliştirmiş olabileceğini öne sürüyor. Belki de hayvanlar depremlerden önceki basınç dalgalarını hissediyor, belki de fay hatlarında kayaçlar sıkışmaya başladığında elektrik alanındaki değişimleri algılıyorlar. Ayrıca hayvan vücutlarında manyetizmaya ve elektrik alanlarına duyarlı çok miktarda demir de bulunur."

Hayvanlar bu tespitleri nasıl yapabiliyor?

Pozitif delikler, depremlerden önce bazı zehirli kimyasal maddelerin ortaya çıkmasına da neden olabilir.

Örneğin, suyla temas ettiklerinde gerçekleşen oksidasyon tepkimesiyle, ağartıcı etkiye sahip hidrojen peroksit gibi maddeler açığa çıkabilir.

Yük taşıyıcıları ile topraktaki organik maddeler arasında gerçekleşen kimyasal tepkimeler sonucunda, ozon gibi keskin kokulu, hoş olmayan ürünler de oluşabilir.

Bu arada, 2001 yılında Hindistan'daki 7,7 büyüklüğündeki Gujarat depreminden günler önce, uydular tarafından 100 kilometrekarelik bir alanda karbon monoksit seviyelerinde ani bir artış tespit edildi.

Bu bölgenin daha sonra depremin merkez üssü olduğu anlaşıldı.

Bilim insanları, depremin baskısı arttıkça kayalarda oluşan gerilim nedeniyle karbon monoksit gazının yer altından yüzeye doğru dışarı itilebileceğini öne sürüyor.

Elbette, birçok hayvan, yaşamlarını sürdürebilmek için çeşitli doğal sinyalleri okuyabilen son derece gelişmiş duyusal yapılara sahip.

Bu nedenle bazı hayvanların deprem öncüllerini algılayabilmesi gayet mümkün görünüyor.

Kötü kokulu kimyasalları koku duyuları yoluyla tespit edebilir, düşük frekanslı dalgaları algılayabilir ve iyonize olmuş havayı, tüyleri ya da kürkleri aracılığıyla hissedebilirler.

İnsanlar hayvan davranışlarıyla depremleri tahmin edebilir mi?

Depremleri önceden tahmin etmek bu kadar zor iken, bu bulgular şu soruyu gündeme getiriyor:

İnsanlar, hayvan davranışlarını gözlemleyerek depremleri gerçekten tahmin edebilir ve böylece insanları önceden uyarabilir mi?

2020 yılında yayımlanan bir makalede, Wikelski ve meslektaşları, İtalya'daki araştırmalarını baz alarak hayvan hareketlerini izleyen istasyonlara dayalı bir deprem erken uyarı sistemi prototipi ortaya koydu.

Wikelski'nin tahminlerine göre yaklaşmakta olan depremin merkez üssü üzerinde bulunan çiftlik hayvanları, bir şekilde bu olayı önceden hissedebiliyorlarsa, depremin gerçekleşmesinden 18 saat önce olağandışı hareketler sergileyeceklerdi.

Merkez üssünden 10 kilometre uzakta bulunan hayvanların bu belirtileri sekiz saat sonra, 20 kilometre uzaktaki çiftliklerdeki hayvanların ise bir sekiz saat daha sonra göstermesi gerektiğini söylüyor ve şöyle devam ediyor:

"Eğer bu doğruysa, bu durum bir depremin önümüzdeki iki saat içinde meydana geleceğini gösterebilir."

Araştırmacıların, hayvanların deprem tahmininde kullanılabilmesi için, dünya genelindeki farklı deprem kuşaklarında, daha uzun zaman dilimlerinde çok daha fazla sayıda hayvanı gözlemlemeleri gerekecek.

Bu amaçla Wikelski ve diğer bilim insanları, hayvan hareket verilerini küresel ölçekte toplamak üzere Uluslararası Uzay İstasyonu'ndaki küresel hayvan gözlem sistemi Icarus'a yöneliyor.

Yılanlar ne kadar etkin?

Icarus (Uzayı Kullanarak Hayvan Araştırmaları için Uluslararası İşbirliği), 2002 yılında bilim insanlarının küresel iş birliğiyle başlattığı bir girişim.

Amacı, örneğin kuşlar gibi küçük hayvanlar için doğru ve küresel bir gözlem sistemi kurarak, hayvan yaşamı ile gezegenin fiziksel sistemleri arasındaki etkileşimlere dair veri ve ipuçları toplamak.

Bu arada Çin, Nanning merkezli bir Deprem Uyarı Sistemi kurmuş durumda.

Bu sistem, yerle çok daha yakın temas içinde olan hayvanların, özellikle de geniş bir deprem kuşağındaki çiftliklerde bulunan yılanların davranışlarını izliyor.

Yılanlar, çevrelerindeki en küçük değişimleri algılamaya yönelik güçlü bir duyusal sisteme sahip.

1975 yılında büyük bir depremin hemen öncesinde yılanlar ve diğer hayvanlardaki ani davranış değişimleri, yetkililerin Çin'in Haicheng kentini tahliye etmesini sağlamış ve bu karar sayısız hayatı kurtarmıştı.

Nanning bürosunun o dönemki müdürü Jiang Weisong, 2006 yılında China Daily gazetesine "Yeryüzündeki tüm canlılar arasında, depremlere belki de en duyarlı olanlar yılanlardır. Bir deprem olmak üzereyken, kışın soğuğunda bile olsa yuvalarından çıkarlar" demişti.

Kuşlar hortumu nasıl tahmin edebiliyor?

Hayvanların önceden fark edebildiği çevresel tehlikeler yalnızca depremlerle sınırlı değil. Kuşlar, yaklaşmakta olan diğer doğal felaketleri algılayabiliyor gibi göründükleri için giderek daha fazla ilgi odağı haline geliyor.

ABD'de altın kanatlı ötleğen kuşlarını izleyen bilim insanları 2014 yılında, "tahliye göçü" olarak bilinen çarpıcı bir örnek kaydetti.

Kuşlar, Tennessee'deki Cumberland Dağları'nda bulunan üreme alanlarından aniden havalandı ve yaklaşık 700 kilometre uzaklaştı. Üstelik 5,000 kilometre yol kat ederek Güney Amerika'dan henüz gelmişlerdi.

Kuşların ayrılmasından kısa bir süre sonra, bölgeyi vuran 80'den fazla hortum, 35 kişinin ölümüne ve bir milyar doların üzerinde hasara yol açtı.

Aslında durum ortadaydı.

Kuşlar, hortumları 400 kilometreden fazla bir mesafede olmalarına rağmen bir şekilde önceden sezmişti.

Peki bunu nasıl başardılar? İlk odak noktası 'infrases' denilen ve insanların duyamadığı ama doğada sürekli bulunan düşük frekanslı arka plan sesleri oldu.

ABD'deki California Üniversitesi, Berkeley'de görevli yaban hayatı biyoloğu Henry Streby o dönemde, "Meteorologlar ve fizikçiler, hortum fırtınalarının çok güçlü infrasesler ürettiğini ve bu seslerin binlerce kilometre uzağa ulaşabildiğini on yıllardır biliyor" demişti.

Ayrıca, bu güçlü fırtınalardan gelen infrasesin, kuşların duymaya son derece duyarlı olduğu bir frekansta yayıldığını da vurgulamıştı.

İnfraseslerdeki değişimleri algılayabilmenin, göçmen kuşların okyanusları geçerken fırtınalardan kaçınmalarını sağlayan mekanizma olduğu düşünülüyor.

Bu fikir, Pasifik Okyanusu'nda yürütülen Kivi Kuaka araştırması kapsamında test ediliyor.

Bu araştırma, Fransız deniz subayı Jérôme Chardon'un dinlediği bir radyo programından ilham aldı.

Programda, her yıl Yeni Zelanda ile Alaska arasında 14 bin kilometre göç eden kıyı çamur çulluğu adlı bir kuştan bahsediliyordu.

Güneydoğu Asya ve Fransız Polinezyası'nda kurtarma operasyonları koordinatörü olarak görev yapmış deneyimli bir isim olan Chardon, bu yolculuğun ne kadar tehlikeli olabileceğini çok iyi biliyordu.

Çünkü şiddetli fırtınalar Pasifik'i ve çevresindeki izole ada topluluklarını sık sık etkisi altına alıyor.

Peki bu kuşlar, sürekli fırtına tehlikelerine rağmen her yıl, bu uzun yolculuklarını nasıl engellenmeden tamamlayabiliyordu?

Ocak 2021'de başlatılan bu proje, Fransa'nın Doğa Tarihi Ulusal Müzesi'nden bir ekibi kapsıyor.

Ekip, beş farklı türden 56 kuşa GPS takip cihazları takarak okyanus boyunca izledikleri rotaları takip ediyor.

Uluslararası Uzay İstasyonu, kuşlar uçarken onların sinyallerini alarak projeye gözetim sağlıyor ve bu sırada doğa kaynaklı tehlikelere verdikleri tepkileri de gözlemliyor.

Kuşlara takılan bu cihazlar aynı zamanda meteorolojik veri de topluyor; böylece Pasifik genelinde iklim modelleme ve hava tahmini çalışmalarına katkı sağlanması hedefleniyor.

Kivi Kuaka araştırması, ayrıca kuş davranışlarının, tsunami gibi daha seyrek görülen ama yıkıcı tehlikelere karşı da uyarı sağlayıp sağlayamayacağını inceleyecek.

Çünkü tsunamilerin, dalgaların önünden giden kendine özgü infrases desenleri oluşturduğu biliniyor. Projenin bir parçası olan Charlotte Francesiaz, amaçlarının, kuşların yaklaşmakta olan bir tayfun ya da tsunamiye dair erken uyarı sistemine olası katkısını test etmek olduğunu söylüyor.

İngiltere'deki Liverpool Üniversitesi'nde deniz biyoloğu olarak görev yapan Samantha Patrick de kuşların doğal tehlikeleri tespit edip kaçınmasında infrasesi bir yöntem olarak inceliyor ve belki dolaylı yoldan insanları da uyarabileceklerini düşünüyor.

"Sanırım kuşların infraseslerdeki değişimleri algılayabilmesinin mümkün olduğunu söyleyebiliriz" diyen Patrick ayrıca albatrosların yüksek ya da düşük infrases bölgelerine karşı bir tercih gösterip göstermediğini araştırıyor.

Tüm uzmanlar, hayvanlara dayalı erken uyarı sistemlerinin felaketleri tahmin etmek için geçerli bir seçenek olduğunu düşünmüyor.

Gerçekten yardımcı olsalar bile, sadece hayvan hareketlerine dayanmak yeterli olmayabilir. İnsanların daha net bir tablo elde edebilmek için çeşitli erken uyarı sinyallerinin birleşimine ihtiyacı var. Yine de, hayvanlarla henüz konuşamıyor olsak da, onların uyarılarına daha fazla kulak verme zamanı gelmiş olabilir.