Hepburn, 1929'da Belçika'nın başkenti Brüksel'de dünyaya geldi.
Annesi Hollandalı barones Ella van Heemstra, babası İngiliz-Avusturyalı iş insanı Joseph Hepburn-Ruston'dı.
Londra'dayken ailesi, şiddet yanlısı antisemitik Britanya Faşistler Birliği'nin (BUF) lideri Oswald Mosley'e sempati duyuyordu. Van Heemstra, BUF'un dergisi için Nazi Almanyası'nın zaferleri olarak değerlendirdiği konular hakkında bir makale bile kaleme aldı.
Hepburn-Ruston, Audrey Hepburn 6 yaşındayken aileyi terk etti. Daha sonra "yabancı faşistlerle işbirliği yapmak" suçlamasıyla tutuklanacak ve savaşı İngiliz hapishanelerinde geçirecekti.
Hepburn'ün 2. Dünya Savaşı sırasındaki hayatını anlatan Dutch Girl (Hollandalı Kız) kitabının yazarı Robert Matzen BBC'ye verdiği röportajda, aktrisin en küçük oğlu Luca Dotti'nin "Küçük bir kızken bile dışa dönükmüş; gülüyormuş, oynuyormuş, rol yapıyormuş. Büyükbabam ona 'maymun bulmacası' derdi" dediğini aktarıyor.
Matzen, "Audrey'nin annesi, Almanların Fransa'ya hücum edip, aniden İngiltere'yi işgal etme tehdidi nedeniyle, genel olarak İngiltere ve özellikle de Kent bölgesinin Audrey için uygun olmadığına karar verdi" diyor.
Van Heemstra, kızını İngiltere'deki yatılı okuldan aldı. Hollanda'daki aile evine taşındılar ve Audrey, daha çok Hollandalılara benzeyen bir isim olan Adriaantje van Heemstra ismini kullanmaya başlayarak (Daha sonra oyunculuğa başladığında soyadını Hepburn olarak değiştirecekti), bir dans okuluna kaydoldu. Annesi Adolf Hitler'e hayranlık duymayı sürdürüyordu ve asla "ülkesini" işgal etmeyeceğine inanıyordu.
Dotti annesinin Hollanda'daki deneyimi için "Hollanda'ya taşınmak eve taşınmak anlamına gelmiyordu. Felemenkçe konuşamıyordu. Tek kelime bile anlamadığı bir okula gitmek zorundaydı ve yeni arkadaşları kendisiyle dalga geçiyordu" diyor.
Hitler, Mayıs 1940'ta Hollanda'yı işgal etti. Matzen, "Doğu Cephesi, çok fazla kaynak tüketiyordu. Almanların askerler için yiyeceğe, giyeceğe ihtiyacı vardı ve bunların hepsi Hollandalılardan ve işgal edilen diğer ülkelerden alındı" diyor.
Hepburn'ün amcası Kont Otto van Limburg Stirum, Nazilere karşı ilkeli bir duruş sergiledi. 1942'de bir direniş grubu Rotterdam yakınlarında bir Alman trenini havaya uçurmaya çalıştı. Van Limburg Stirum olaya dahil olmasa da, önde gelen bir Nazi karşıtı figür olduğu için tutuklandı. Nazi casusları onun da aralarında olduğu 5 kişiyi ormana götürdü, vurdu ve cesetlerini isimsiz mezarlara attı.
Hepburn, amcasını babası yerine koymuştu ve onu çok sevmişti, öldürülmesi onu perişan etti. Matzen, "Bu olay ulus çapında duyuldu ve Hollanda halkı için bardağı taşıran son damlalardan biriydi" diyor.
Ayrıcalıklı bir ailede büyümesine rağmen, Naziler Hollanda'nın yiyecek ve diğer kaynaklarını tüketiyordu ve Van Heemstra ailesi açlık çekti. Hepburn 15 yaşına geldiğinde, sanatçılar birliği olan Nazi Kulturkammer'e katılması veya kamusal alanda dans performansları sergilemeyi bırakması emredildi. Performanslarından vazgeçmeyi seçti.
Hepburn, Roman Holiday (Roma Tatili) filminde gösterdiği performansla Oscar kazandı
Dotti annesinin dans tutkusu hakkında, "Dans sayesinde hayal kurabiliyordu, uçabiliyordu, unutabiliyordu. Gerçeklikten kaçmasının yolu buydu" diyor.
Hepburn, panjurları kapalı ve sadece bir mumun ışık verdiği güvenli bir evde dans ediyordu. Piyano çok yumuşak dokunuşlarla çalınıyordu, ancak alkışa izin yoktu. Gösterinin sonunda direniş için para toplanırdı.
Balerinlikten casusluğa
1944 baharında Hepburn, direniş üyesi olan bir doktorun - Hendrik Visser 't Hooft - gönüllü olarak asistanlığını yapmaya başladı. Hepburn'ün annesi yaygın olarak Nazi işbirlikçisi olarak görülse de Visser 't Hooft'un, Nazilerden saklanan binlerce insana yardım edebilmek için desteğe ihtiyacı vardı. Hepburn'e güvendi.
17 Eylül 1944'te, ilahiler motor sesiyle kesildiğinde Hepburn kilisedeydi. Müttefik Devletler'in Ren Nehri'ni kaplayan dokuz köprüyü ele geçirme planı olan Market Garden Harekâtı başlamıştı ve dışarı koşup göğe baktığında, binlerce Müttefik askerinin paraşütle inmekte olduğunu gördü.
Ne yazık ki ağır silahlı iki Nazi tümeni bölgede toplanmaktaydı. Nazi tankları Van Heemstras'ın evinin önünden geçti. Hepburn ve ailesi, dokuz gün süren çatışmalar boyunca bodrumda saklandılar. Dışarı çıktıklarında, Nazilerin kazandığını öğrendiler. Hepburn Nazilerin Hollanda direniş üyelerine işkence ettiği ve öldürdüğü binadan gelen çığlıkları duydu.
Almanya'ya doğru yola çıkan Müttefik hava kuvvetleri Hollanda'ya acil iniş yapmak zorunda kaldığında Visser 't Hooft, bir İngiliz paraşütçüyle buluşması için Hepburn'ü çorabında şifreli sözcükler ve gizli bir mesajla ormana gönderdi.
Hepburn paraşütçüyle buluştu, ancak ormandan çıkarken Hollanda polisinin yaklaştığını gördü. Kır çiçeklerini toplamak için eğildi, sonra da onları sempatik bir şekilde polise sundu. Polisler bundan hoşlandı ve gitmesine izin verdiler. Bu olaydan sonra, direnişçiler arasında sık sık mesaj getirip götürdü.
Dotti, "İyi ile kötü arasında bir mücadele olduğuna ve taraf tutmanız gerektiğine inanıyordu" diyor.
Matzen, "Almanlar çocukları ciddiye almıyordu. 'Çekil önümden, evlat.' Biliyorsunuz, bu tür şeyler. Hollandalılar, çocuklardan şüphelenilmediği için onların direniş için hayati olan mesajları taşıyabileceklerini görebilecek kadar pratik zekalıydı ve çocuklar da bunu çok sevdi. Heyecan vericiydi, tehlikeliydi ve neticede direnişin kahramanları oldular" diye ekliyor.
Hepburn Unicef'in iyi niyet elçisi olarak hayır çalışmalarında bulundu
Şubat 1945'te, her hafta 500 Hollandalı'nın açlıktan öldüğü haberleri yayıldı. Diğer birçok kişi gibi, Hepburn ve ailesi de yiyecek sıkıntısı çekiyordu. Hepburn kansızlık, sarılık ve ödem nedeniyle ciddi şekilde hastalandı.
Evlerinin önünde yine şiddetli çatışmalar yaşanırken, Hepburn ve ailesi üç hafta boyunca mahzende saklandı. Sonunda, 16 Nisan 1945'te ortalık sakinleşti. Savaş sırasında Hollanda'da bulunması imkansız olan tütünün kokusunu aldı.
Mahzenin merdivenlerini tırmandı ve kapıyı açtığında beş Kanadalı askerin sigara içtiğini ve ona makineli tüfek doğrulttuğunu gördü. Hemen onlarla İngilizce konuşmaya başladı. Biri bağırdı: "Sadece bir kasabayı değil, bir İngiliz kızı da kurtardık!"
Hepburn daha sonra oğluna, Nazilere sempati duyduğu annesini için asla affetmediğini söyledi. Savaş bittiğinde, Londra'daki Ballet Rambert'te eğitim almak için burs kazandı. Yetenekli olmasına rağmen, yetersiz beslenme nedeniyle bünyesi kalıcı olarak zarar görmüştü ve balerin olmak için gereken dayanıklılığa sahip değildi. Bunun yerine, İngiltere'deki tiyatrolarda ve filmlerde küçük roller alarak oyunculuğa yöneldi.
1953'te Roman Holiday filminde ilk başrolünü oynadı. Bu film eleştirmenlerden tam not aldı ve büyük bir ticari başarı kazandı. Hepburn, bu filmle Oscar'ın yanı sıra Emmy, Grammy ve Tony ödülleri kazandı. Kariyeri boyunca, özellikle Unicef'in iyi niyet elçisi olarak hayır işlerine devam etti. 1993'te öldü.