Lüsyen Hanım'la olan ikinci birlikteliklerinde, şair Maçka'daki evlerinin salonuna Lüsyen'in büyük bir resmini astı. Altına da "sensiz de seninle de yaşanmaz!" mısrasını yazdı. Bir gün Lüsyen evde değilken şairin bir dostu bunun sebebini sordu. Abdülhak Hamit şu cevabı verdi: "Kendisiyle yaşayamadığım için boşandım. Fakat o ayrılık günlerinde onsuz yaşayamayacağımı da anladım. Sonunda tekrar ona döndüm. Bu mısra işte bu gerçeğin ifadesidir. Lüsyen'in kavuşması ayrılmaya, ayrılması da kavuşmaya benzer!"
İLHAM VERENLER
(Dizi Yazılar)
Derleyen: Sezai ŞENGÖNÜL
Abdülhak Hamit TARHAN – Maria Lucienne SACRE
‘Abdülhak Hamit yeni eşinden 42 yaş büyüktü’
1852’de dünyaya gelen Abdülhak Hamit, 22 yaşındayken Fatma Hanım ile evlendi. Abdülhak Hamit bu sıralarda ilk şiirlerini yazmaya başladı. Evliliklerinin 11. yılında Fatma Hanım vefat etti. Şair çok sevdiği eşinin ölümü üzerine ünlü "Makber”i yazdı. Beş yıl sonra Abdülhak Hamit ikinci evliliğini bir İngilizle yaptı. Fakat 1911’de o da öldü. Şair aynı yıl Cemile Hanım’la evlendi. Bu evlilik bir ay bile sürmedi. Bir yıl sonra Abdülhak Hamit, Lüsyen (Lucienne) adında Belçikalı bir kadınla evlendi. 60 yaşındaki Abdülhak Hamit, yeni eşinden 42 yaş büyüktü. Sekiz yıl sonra boşandılar. Lüsyen Hanım bir başkasıyla evlendi. Fakat bu evliliği yürütemedi. Kalbi hâlâ eski kocasındaydı. Böylece Lüsyen, Abdülhak Hamit’e döndü.
Lüsyen Hanım’la olan ikinci birlikteliklerinde, şair Maçka’daki evlerinin salonuna Lüsyen’in büyük bir resmini astı. Altına da "sensiz de seninle de yaşanmaz!” mısrasını yazdı. Bir gün Lüsyen evde değilken şairin bir dostu bunun sebebini sordu. Abdülhak Hamit şu cevabı verdi: "Kendisiyle yaşayamadığım için boşandım. Fakat o ayrılık günlerinde onsuz yaşayamayacağımı da anladım. Sonunda tekrar ona döndüm. Bu mısra işte bu gerçeğin ifadesidir. Lüsyen’in kavuşması ayrılmaya, ayrılması da kavuşmaya benzer!”
Lüsyen’le Belçika’da tanışan Abdülhak Hamit ona ilk görüşte aşık olup ailesini, evini, yurdunu, tüm yaşamını, geride bırakacak kadar kendini sevdirebilmiştir. Fırtınalı, zor, hayli tutkulu bir yaşamın ardından, sıra dışı bir ilişki yaşamışlardır. Gerçekten sıra dışı, değil o dönem de bu gün bile zor kabullenilecek bir ilişki vardır.
Daha sonraki hikaye farklı bir dil ve uslub ile Can Dündar’ın ‘Lüsyen’ adlı kitabında okuyucularıyla buluşuyor. Biz bu enteresan öykünün haliyle bir kısmını almakla yetineceğiz, geri kalan kısmını merak edenler ilgili kitabı alıp okuyabilirler… Evet kısaca hikaye şöyle…
‘Bu aşk sefir’in en önemli eserlerini vermesine sebep oluyor’
1912 de Brüksel'de Osmanlı sefiri Abdülhak Hamit 18 yaşındaki Maria Lucienne Sacre ile tanıştırılıyor. Ve bu tanışma 60 yaşındaki Şair-i Azam ile 18 yaşındaki bu Belçikalı genç kızın bir döneme tanıklık edecek beraberliklerinin başlangıcı oluyor. Aralarında aşağıda geçen diyalog bu yazamaz hale gelip tükenmiş adamın neden tekrar yazmaya başlayabildiğinin ve en önemli eserlerini verdiğinin en belirgin sebebi.
- Uzun yıllar var ki bir şey yazmıyorum.
- Neden?
- Söyleyecek bir şeyim kalmadı da ondan...
Oysa söylenecek şey her daim vardı. Zor olan, söylenecek kişiyi bulmaktı. 6 mayıs 1912 de Londra' da evlenen çift günlerini kendi çağlarını ve zevklerini birbirlerine tanıtarak geçirmeye başladı. Herkesin saygı gösterdiği bu adamdan saygı görmek nasıl genç Lüsyen'i büyülüyorsa; bu taze bedende aradığı ihtiras ve kültürü bulmak da Hamid'i büyülüyordu. Genç ilham perisi senelerdir yayınlanmayı bekleyen eserleri bir bir raflarından indirtiyordu. Dönemsel kargaşa sebebiyle ve şairin imparatorluğa gösterdiği bazı ufak tefek tepkiler sebebiyle içine düştükleri zenginlik çerçevesinde yaşanan yoksulluktan kurtulmalarını bir nebze sağlıyordu yayınlanan eserler. Hamid' in hayatı boyu yaşayacağı bir yoksulluktu bu.
Tek kadınla yetinmeyen Hamid gündüzleri ayıkken çevresinde pervane olduğu kadına akşam içki masalarına ve başka kadınlara gitmek üzere veda edip sabahın ilk ışıklarıyla eve dönüyordu. Aralık 1912 de diplomat görevi zorla sona erdirilen Hamid genç eşini de alıp emekli olarak İstanbul' a dönme hazırlığına başladı. Evliliği sebebiyle baba ocağında red edilmiş olan Lüsyen için belki de hayatının ilk ama en zor göçüydü bu.
Yolculukta hastalanması sebebiyle Viyana'da inmek zorunda kaldıklarında uzunca sürecek bir esaret ve yoksulluğun da pençesine düştüler. Bu arada yorgun Osmanlı diğer devletler arasında gizli masalarda paylaşılmaya başlanmıştı bile. 1913 Mart’ında İstanbul'a ulaşabildiklerinde Londra' daki düğünlerinden sonra ikinci düğünlerinin yapılması ve Beyoğlu yaşamına girmeleri, devrin tüm ünlü edebiyatçılarının yaşlı kocasına hayran olmaları Lüsyen'i bulutlar üzerine çıkarmaya yetmişti bile. Bu süreçte yaşlı kocasının daha önce hayatına girmiş olan kadınları tanımaya başlaması Lüsyen'in aşkına hiç gölge düşüremedi.
‘Aşıkların Budapeşte’de başlayan zor günleri’
Eserleri arada yayınlanıp elleri para görürken Meclis-i Ayana üye seçilmesi düzenli bir aylık alması sebebiyle az da olsa rahata kavuşturdu onları. Bebek'de ki ev; Sıraselviler'de yaşanan bohem hayat; harbe giren Osmanlı; bir bir sırayla yayınlanan Hamid'in eserleri; kurulmuş İttihat ve Terakki Hükümetinden yandaş bulma çabaları; Hamid'in Avrupa' ya dönme isteği sırasında kiracı adayı olarak evlerine gelen Çanakkale paşasıyla tanışmaları; ve ardından önce Viyana sonra Brüksel günleri. 1918 de Mondros Mütarekesi ile Osmanlı'nın kesinleşen yenilgisi ve aşıkların Budapeşte' de başlayan zor günleri. 1919 da savaşın izleriyle dolu bir Çanakkale' den geçip İstanbul' a ulaşabildiler.
Oğlunu kaybeden Hamid'in ardından babasını kaybeden Lüsyen bin bir zorlukla temin edilen pasaportuyla önce ülkesine ardından zorunluluk sebebiyle Roma'ya gitti. Ve burada tanıştığı bir kontla olan hayatı işte bu aşıkların devrinde ikinci bir dönemi başlattı.
Sevdiği kadını çok iyi hissedebilen Hamid gelen mektuplardan olan biteni anlayabiliyordu. İlk tanıştıklarında Lüsyen'i büyüleyen her şeyi; göğsünde asılı nişanları, asillerin ve edebiyat ünlülerinin doldurduğu partiler, bir imparatorluk başkentinde yaşama vaadi, el üstünde tutulduğu yalılar konaklar, hepsi çöken bir devletin enkazı altında kalmıştı.
Ve aynı şeyleri şu anda kadınına vaat eden bir İtalyan aristokratı vardı. Sevgisi özgür bırakma vaatleri altında kaybolan Hamid için tek bir yol vardı. Lüsyeni hepten kaybetmektense paylaşmayı kabullenmek. Hamid' in Lüsyen'i istediği zaman görebilmesi şartıyla kont ve kadın ekim 1920 de evlendiler. Ardından gerdek için döndükleri İstanbul' da Pera Palas otelinde kaldıkları 3 odadan her birinde her biri yalnız başına yattı o gece.
Gece odasının kapısından kendisine hakaretler yağdıran Hamid'in acısıyla Lüsyen biraz da gizli saklı tuttuğu bir kaçışla Venediğe hareket ederken daha sevdiği adama yazmaya başlamıştı.Bundan sonraki süreç Venedik-İstanbul arasında kah öfkeyle kah aşkla yazılan mektuplar ve aşıkların birbirlerini gel diye çağırmalarıyla sürdü. Bu çağırmalar sonucu 1920 de venediğe giden Hamid orada geçirdiği kısa sürenin verdiği acıyla kendini Viyana'ya attı. Ve dengesiz duygularla dolu; kah aşkını ilan ettiği kah nefretini sunduğu mektuplar devam etti.
Lüsyen:"Hazretim ve hasretim, gelin yanıma!”
" Kurtuluş için ihtiyaç duyduğum benzersiz insan sensin; sen olmayınca mahvoluyorum".
" Teselli makamında gözyaşlarının telafisini düşünmek beyhudedir. Asıl facia şu ki, birlikte değiliz ve ne zaman birleşeceğimizden bihaberiz. Senden uzakta ne yaşamak, hatta ne ölmek istediğim halde ben ne olacağım? "
" Kolum ağrıyor, sana ancak şu kelimeyi yazabiliyorum Gel!! "
Hamid:
"Biliniz ki sizi dünyada her şeyden daha çok seviyorum ben. Benden asla şüphelenmeyin".
" Hazretim ve hasretim, gelin yanıma! "
Lüsyen:
Bu arada Anadolu' da yükselen savaş hali; İzmir' in işgalden kurtulması, süregelen Kurtuluş savaşı ile birlikte hep Padişahlığa yakın durmuş olan Hamid yeni oluşumla nasıl bir gelecek kuracağı kaygısı içine de düşmüştü. 1922 de tekrar İstanbul’a dönmeye hazırlanırken sevdiği kadını yanına alabilmek için eski eşinin şimdiki kocasını İstanbul' a tayin ettirmek gibi bir plan içine girmişti. 1923 Ekiminde işgal kuvvetleri resmen İstanbulu terk etmişken Hamid planlarını gerçekleştirememiş ve sevgilisi ile eşi çalışmak üzere gelmişlerdi.
Mart 1924 de yeni hükümetin bir kararıyla yaşamasını kolaylaştırmak adına ona Maçka palas'ta bir daire tahsis edildi. 10 sene önce padişaha bir güzelleme yazması önerildiğinde " Ben bugüne değin sadece Fatih' le Yavuz için yazdım. Sağlara kaside yazmak adetim değildir " diyen şair bugün 30 ağustos şerefine " Mustafa Kemal Paşa" hazretlerine gönüllü methiye yazıyordu. Gıyaben Dumlupınar' da.
Lüsyen tekrar eşi ile birlikte Venediğe dönmüştü ve evlilikleri artık kontun kıskançlığı ve baskısıyla Lüsyenin Hamide olan özlemi yüzünden çatırdamaktaydı. Yine başlayan mektuplarda bu sefer öfke azalmışken sadece sonsuz bir hasret ve aşk vardı...
" Sen sen, şahsi müşkülatım, daimi imkansızım, terk ettiğim büyüm, sihrimsin. Sen cazibe ve damgadan yapılmışsın".
" Diğer yokluklar mühim değil, fakat sen yoksun asıl; bendeki en feci yokluk sensin. Seni göremedikten sonra gözlerime ne lüzum var? "
" Ruhumun diğer yarısı sende... Çabuk gel, iade et; ruhun yarısıyla yaşanmaz".
Hamid:
"Elim titriyor, çünkü ben bu elin bir süre sonra sizin elinizde olacağını düşünüyorum. Efendiciğim, bana siz olmayan her şeyi unutturacağınıza söz verin".
Lüsyen:
‘Sensiz de seninle de yaşanmaz…’
Haziran 1927 de Lüsyen kontundan kurtulup sevdiği adamın yanına dönmeyi başardı. İlham perisi geri dönen şair de tekrar yazmaya başladı. Gazi ile tanışmayı başardı ve Osmanlı' dan sonra Cumhuriyet' te de mebus seçildi. Bir resmi kokteylde Hamid'in Lüsyen'i sevgilisine olan aşkı sebebiyle Türk kadını örneği olarak göstermesiyle; ecnebi eşini yükseltebilmek adına Türk kadınını aşağılamasına kızan Gazi ile aralarında şu diyalog geçti.
Gazi- Beyefendi diye seslendi
Hamid- Estağfurullah Gazi Hazretleri, bana ' Beyefendi' demeyiniz.
Gazi- Ya ne diyeyim?
Hamid- Sadece adam deyiniz.
Gazi- İşte onu diyemediğim için 'Beyefendi' diyorum ya...
Aralarına giren bu soğukluk çıkan dedikoduları engellemek için tekrar yaptıkları nikahlarının ardından verilen baloya Gazi' nin gelmesi ile son buldu. Tevfik Fikret' in il öğrettiği kadın şimdi Gazi hazretleri ile dans ediyordu. 1932 senesinde "Lettres a Abdülhak Hamid" adıyla birbirlerine yazmış oldukları mektuplar yayınlandı. Kitabın kapağında Latince bir cümle vardı:
"Nec sine te, ne tecum, vivere possum"
"Sensiz de seninle de yaşanmaz"
Hamid' in yazdığı üzere ise " Beni anlayan onunla, onu anlayan ben olmak... İşte bizi birbirimize bağlayan ilk sebep”
Kitap bu cümlelerin konduğu yerde bitmiyor henüz. Ama ben geçtiğim özeti bu cümlelerden sonra devam ettiremedim açıkçası. Bir döneme mektuplar üzerinden ayrıntılı ışık tutan bu kitap benim açımdan bu iki aşığın derin kültürleri ve birbirlerine duydukları akıl ve hesap tutmaz aşklarıyla ön plana çıktı… Böyle nice aşklar kimbilir, daha kimlere ilham vermiştir… Yazı dizimizin diğer bölümlerinde de bulabildiğimiz, ulaşabildiğimiz böyle daha nice güzel ve gizemli öyküleri sizlerle buluşturmaya devam edeceğiz…