Tabağın ötesinde

Tülin Yalman 10 Eki 2025

Tülin Yalman
Tüm Yazıları
Bu hafta İstanbul'da gastronomi dünyasında çok değerli başlıkların ele alındığı, TURYİD tarafından çok önemli isimlerin katılımı ile gerçekleştirilen 5. Global Gastro Ekonomi Zirvesi vardı.

İtiraf ediyorum çok başarılı bir zirveydi.

Gerçekten ele alınan konu başlıkları ve konuşmacılar, gastronomi yatırımcıları, akademisyenlerin buluştuğu zirve bu sene “Kesişme Noktası” ana temasıyla düzenlendi.

Zirvede gastronominin iklim krizi, sürdürülebilirlik, mavi ekonomi, yeşil sosyo-ekonomi ve kültürel diplomasiyle kesişen yönleri masaya yatırıldı.

En çarpıcı açıklama TURYİD Başkanı Kaya Demirer den geldi: Gastronomi artık küresel ölçekte bir ekonomiyi yönetiyor. Bakıldığında artık gastronomi tabakları çoktan aştı, artık tarlada, denizde, pazarda, kültürde ve hatta politikada şekilleniyor.

Nasıl doğru açıklama, öyle değil mi?

Türkiye’nin lezzet haritası yalnızca sofralarda değil, ekonominin derin damarlarında da özellikle son yıllarda kendini fazlasıyla gösteriyor.

Bugün Anadolu’nun her köşesinden yükselen “coğrafi işaretli ürün” hikâyeleri, artık sadece gastronominin değil, kalkınmanın, kimliğin ve markalaşmanın da sembolü haline geldi.

Kars kaşarından Aydın incirine, Gaziantep baklavasından Kayseri sucuğuna, pastırmasına kadar uzanan bu zincir, 2025 itibarıyla 1500’ü aşkın teşvikli ürünle Avrupa’nın en geniş coğrafi işaret portföylerinden birine sahip.

Ancak asıl mesele rakamlardan çok daha derin. Bu ürünler, bir ülkenin toprağıyla, iklimiyle, emeğiyle kurduğu sosyoekonomik bağın en yalın, en somut hali.

Sektörel güç de işte bu etkenlerden; yerelden küresele ekonomik katma değer sağlaması açısından son derece önemli adımlarla oluşmakta.

Coğrafi işaretli ürünler, Türkiye’de yaklaşık 14 milyar dolarlık bir potansiyel pazar yaratıyor.

Tarımsal üretimde markalaşmayı, ihracatta farklılaşmayı sağlıyor.

Örneğin, Gaziantep baklavası AB tescilinden sonra ihracatını %35 artırmış durumda .

Bir başka örnek Ege’nin zeytinyağı üreticileri, “Ayvalık Zeytinyağı” etiketiyle litre başına katma değeri ikiye katladı.

Bu etiketler sadece bir kimlik değil, aynı zamanda küçük üreticinin koruma kalkanı da...

Zincir marketlerin baskın olduğu bir ekonomide, yerel üreticiye “benzersizim” deme hakkı veriyor.

Tarımın enflasyonist baskı altında olduğu, gıda fiyatlarının dalgalandığı bu dönemde coğrafi işaretli üretim, fiyat istikrarı ve sürdürülebilir gelir açısından da stratejik bir araç.

Bu sosyal güç de ana etken kadın kimliği ve sürekli güncellenen kültürel hafıza.

Her coğrafi işaret, bir kadının eliyle yoğrulmuş hamur, bir köyün ortak belleği, bir bölgenin hikâyesi.

Bugün Türkiye’de tescilli ürünlerin yaklaşık %40’ı, kadın üretici kooperatifler aracılığıyla yaşatılıyor.

Bu yönüyle coğrafi işaretler, kırsal kalkınmanın en görünmez ama en güçlü sosyal politikalarından biri haline geldi.

Bir örnek Hatay Künefesi. Sadece bir tatlı değil, deprem sonrası yeniden ayağa kalkmaya çalışan bir kentin simgesi.

Başka bir Örnek Siirt Battaniyesi. Yalnızca bir dokuma değil, yüzyıllık bir zanaat zincirinin yeniden örgütlenmesi.

Mesela Çukurören biberi var.

İlçenin, ilin önüne çoktan geçmiş durumda.

Neresi ki Çukurören dedirtiyor insana. Bilecik in merkez ilçesine bağlı bir köy Çukurören…

Örnekler sayısız uzayıp gidiyor.

Gurur verici ülkemizin her bir karış toprağı öylesine bereket dolu ki...

Baktığımızda tabağın ötesinde, bu ürünler aslında bir ülkenin Kültürel dayanıklığının tam da ölçüsü aslında.

Dünya sofralarında geleceğin stratejiler işte böyle şekilleniyor.

Dünya artık “yerel olanın küresel” değerini yeniden, çoğu zaman yerinde keşfediyor.

İtalya’nın Parmigiano Reggiano’su, Fransa’nın Roquefort’u nasıl bir ulusal sembolse, Türkiye de aynı yolda ilerliyor.

Ancak hâlâ önemli eksikler var: pazarlama, ambalaj, dijital tanıtım, ihracat lojistiği…

Doğrusu nasıl derseniz de Türkiye, coğrafi işaretli ürünlerini sadece tescille değil, hikaye anlatımıyla da desteklemeli.

Çünkü bugünün küresel tüketicisi “neyi yediğini” değil, “nereden geldiğini” bilmek istiyor.

O nedenle aslında bir bakıma, coğrafi işaretli ürünler Türkiye’nin en doğal kamu diplomasisi aracıda sayılabilir.

Sofrada başlayan bir lezzet, ülkenin itibarıyla sonuçlanır.

Yani buradan çıkan sonuç: Tescil yetmez, anlatmak gerekiyor dört bir koldan...

Çünkü coğrafi işaret, bir tabeladan ibaret değil; o tabelanın ardında bir üretim felsefesi, bir yaşam biçimi var.

Türkiye, gastronomi turizminin yükseldiği bir dönemde bu gücü daha bilinçli kullanırsa, sadece ihracatını değil marka değerini de fazlasıyla katlayabilir.

Bugün tabağımızdaki her lokma, aslında toprağın ve emeğin imzası…

Coğrafi işaretli ürünler ise bu imzayı dünya diline çevirebilecek en güçlü araçlar tartışmasız.

Tabağın ötesi gerçekten gastronominin gerçek aynası durumunda…