Minerva'nın Baykuşu bu hafta İsviçreli felsefeci Yves Bossart'ın rehberliğinde, mizah ve gülmenin hayatımızdaki yerine dair bir yolculuğa çıkıyor.
Bossart, Her Şeye Rağmen Gülmek: Mizahın Felsefesi Üzerine'de mizahın kendimizle ve dünyayla ilişki kurmakta nasıl bir rol oynadığını inceliyor. İsviçre'nin kamu yayıncısı SRF'de Sternstunde Philosophie programını da sunan felsefeci, şaka ve mizahın düşünce tarihinde ne şekillerde ele alındığını incelerken, bunları etik, psikolojik ve politik boyutlarıyla tartışmaya açıyor.
"Her kahkahada bir bilgi kırıntısı vardır"
Bossart, Almancada "nükte" (Witz) ve "bilmek" (Wissen) kelimelerinin aynı kökten türediğine dikkat çekerek, aslında "her kahkahada bir bilgi kırıntısı" olduğunu söylüyor:
Mizah adeta burnumuzun ucuna bir ayna dayar, tüm çelişkileri görünür kılar, sadece bastırılmış olanı değil, akla gelmeyen bağlantıları ve ilişkileri de gün yüzüne çıkartır.
Bu anlamda mizah belki de her şeyden önce kendimize mesafelenmemizi, düşüncelerimizi, davranışlarımızı ve alışkanlıklarımızı daha farklı bir bakış açısıyla görmemizi mümkün kılıyor. Bunun yanı sıra bir hoşgörü ve özgür düşünme imkanı sağlayarak bize bir paylaşım ve duygudaşlık alanı da açıyor:
Mizah aynı zamanda samimiyeti, güveni ve anlayışı da armağan eder. Birlikte kahkaha attığınız insanlarla, sahip olduğunuz değerleri ve bakış açılarını da paylaşmış olursunuz.
Sosyal bir olay ve iletişim biçimi olarak gülme
Bossart, "İnsan neden güler?" sorusunun yanıtını ararken mizahın evrimini ele alarak işe başlıyor. Gülmenin bir tür iletişim ve sosyal bir olay olduğunu belirten felsefeci, sadece gülümseyerek bile birçok duyguyu karşımızdakilere iletebildiğimizi ifade ediyor.
Gülmek pekala insanlara özgü değil. Darwin'den beri insansı maymunların da oyun oynarken, birbirlerini kovalarken veya gıdıklarken güldüğünü biliyoruz. Bossart, gülmenin oyun oynamakla yakından ilişkili olduğuna dikkat çekerek, bunun hem oyundan alınan keyfin hem de bir iletişim ihtiyacının temel unsuru olduğunu belirtiyor. Bu gibi durumlarda karşımızdakine "Sadece oyun oynamak istiyorum, sana zarar vermeyeceğim" sinyalini ileterek, endişeye mahal olmadığını söylüyoruz.
Bossart'a göre bu oyuncu davranışlarla mizah arasındaki kökensel ilişki, bugün şaka ve esprilerde de mevcut. Bir fıkra anlatırken, kısa süreliğine mantık kurallarını "-mış gibi yaparak" askıya alıp, başka yasaların geçerli olduğu bir kurgusal oyun alanı açıyoruz. Fıkramızla ya da şakamızla karşımızdakini ters köşe yaptığımızda yine benzer bir sinyalle "Niyetini anladım, sadece oyun oynamak istiyorsun" mesajını iletiyoruz.
Neyi, neden komik buluruz?
Bossart, düşünce tarihinde nükte ve mizahın yerini 4 kuram üzerinden inceliyor. "Üstünlük kuramı", gülmenin birinin başarısızlığı karşısında hissedilen üstünlük duygusunun bir sonucu olduğunu savunuyor. Bu yaklaşıma Platon'dan Thomas Hobbes'a kadar farklı filozoflarda rastlıyoruz.
Kant'ta ön plana çıkan "uyumsuzluk kuramıysa" mizahın, bir bütün oluşturamayacak, çelişkili ve yakışıksız şeylerin bir araya gelmesiyle ortaya çıktığını öne sürüyor. Bu yaklaşım Wilhelm Joseph Schelling'de "kavrama yetisini aşan bir tutarsızlıktan haz almaya" dönüşürken, Arthur Schopenhauer'da düzene ve otoriteye karşı bir ateşin fitilini ateşliyor:
Schopenhauer'a göre komiklik, daha amiyane bir ifadeyle, aklın alaya alınması, bize sürekli iş buyuran, düzen salık veren, yasaklar koyan ve bizi her türlü zevkten mahrum bırakan sıkıcı 'sınıf öğretmeni'nin küçümsenmesidir. Yani mizah, aklın zorbalığına karşı bir direniş, mantıksızlığa ve içimizdeki hayvansılığa bir övgü niteliğindedir.
Alman yazar Jean Paul'ün de önde gelen savunucularından olduğu bu kuramın, komiklik ve mizahın işleyişine dair isabetli tanımlamalar getiriyor.
Ancak Henri Bergson, Gülme: Komiğin Anlamı Üzerine Bir Deneme'de, bu iki yaklaşımın da yetersiz olduğunu savunur. "Katılık kuramı" diye de adlandırılan yaklaşımında Bergson, her tür komikliğin içinde mekanik ve otomatik işleyen bir katılığın olduğunu söyleyerek, mizahın yapısına dair orijinal bir yorum getirir. Bossart, sürekli aynı ifade kalıplarını kullanan veya benzer hareketler yapan kişilerin taklitlerinin bizi güldürmesini buna örnek olarak veriyor. Bergson, mizahın ön koşulunu "duygusuzluk" olduğunu da savunur. Buna göre nefret, kızgınlık ya da acıma duygularının etkisi altındaki kişi gülmez. Mesafelenme tam da burada devreye giriyor. Bossart, Bergson'un şu sözlerini hatırlatıyor:
Tarafsız bir seyirci gözüyle bakın hayata: Pek çok dram güldürüye dönüşecektir.
Tabii bir de Freud var. Psikanalizin kurucusuna göre şakaların çoğu, aklın uyguladığı sansürün teklemesi sonucunda bastırılmış düşüncelerin ortaya çıkmasını içeriyor. Şakaların da tıpkı rüyalar gibi tutarsızlık, zıtlık ve anlam kaymalarıyla işlediğini ortaya koyan Freud'a göre gülmek, temelde bir "tasarruf" meselesi. Yani bu yolla kimi zaman otosansürden, kimi zaman da bazı konuları düşünme zahmetinden "tasarruf ederek", belirli durumlar karşısında "gülüp geçerek" hayatımıza devam edebiliyoruz. Buna ek olarak gülmenin kendiliğinden gelişen veya Bossart'ın ifadesiyle "aklın oyuna getirilmesinden" kaynaklanan bir yanı da var:
Bireyin kaygılarının evrenin sonsuzluğu karşısında önemsiz olduğu şeklindeki düşünce, insanı sakinleştirip rahatlatabilir ancak onu güldürmez. Gülmek için gereken, içeride sıkışıp kalmış enerjinin 'gülerek açığa çıkmasını sağlayacak' bir sürpriz anıdır.
"Mizah her tür fanatizme karşı elimizdeki en etkili silahtır"
18. yüzyıl Britanyası'nın aydınlanmacı filozoflarından Shaftesbury'nin alaycılıkla hakikat arasına kurduğu ilişkiye işaret eden Bossart, bize kendi fikirlerimizi sorgulama imkanı sağlayan mizahın, bu yönüyle "her tür fanatizme karşı elimizdeki en etkili silah" haline geldiğini yazıyor. Felsefeci, Umberto Eco'nun Gülün Adı'nda gülmeyi "korkuyu yok etme sanatı" diye nitelediğini hatırlatarak şöyle devam ediyor:
Gerçekte mizah dediğimiz şey, etrafa korku yaymak isteyenlere karşı kullanabileceğimiz, en güçlü silahlardan biridir ve onu tüm ciddilere, yücelere ve kutsallara yöneltebiliriz.
Bossart, hiciv üzerinden komikliğin etik boyutunu, hangi şakanın nerede ve ne zaman yapılabileceğinin sınırlarının nasıl belirlendiğini de tartışmaya açıyor. Bir şeyi konu etmekle o şeyi şakanın hedefi haline getirmek arasındaki ayrımı vurgulayan felsefeci, "ciddi konuları" şaka malzemesi yapmanın, aslında bunları gündeme getirmeye, bu şekilde bir farkındalık yaratmaya hizmet edebileceğini belirtiyor.
Kitapta hicivin iki temel kuralı olduğu savunuluyor. Bunlardan ilki, hedefin net olarak belirlenmesi yani ikincil gruplara zarar vermekten kaçınılması. İkincisiyse ayrımcılığa uğrayanların, dezavantajlı grupların ya da zayıfların değil, otoritenin ve güç sahiplerinin hedef alınması. Bu iki temelden hareketle abartı ve klişeleri kullanırken şakayı yapan kişinin kendisiyle de dalga geçmekten gocunmaması gerekeceğine dikkat çekiliyor. Ayrıca esprilerin bağlamının bunların alımlanmasında önemli rol oynadığı da hatırlatılıyor.
Mizahın karanlık tarafı
Bossart, mizahın içinde "yıkıcı devrimci ve hatta ütopik bir potansiyelin" bulunduğunu ifade ederken, komikliğin hakim gelenekleri ve basmakalıp düşünceleri pekiştirme riski taşıdığına da dikkat çekiyor. Mizahın ve oyuncu gülüşün karanlık bir yanı da var:
İnsan başkalarına gülümsediği gibi, kimi zaman bu gülüşün altında alaycılık da yatabilir. Yani gülmenin toplumsal yönden yararlı yönünün yanı sıra ayrıştırıcı ve dışlayıcı bir tarafı da vardır. Bu da zaman zaman karşı tarafı çemberin dışına itebildiği gibi, onu cezalandırabilir ve aşağılanmasına sebep olabilir.
"Hepimiz yetişkinmişiz gibi yapan çocuklarız"
Bossart, yaşama sanatının temel yapı taşlarından biri olarak gördüğü mizahın, oyuncu gülüşün ve kahkahanın, dünyada var olma deneyimini renklendirdiğini ve zenginleştirdiğini belirtiyor. Belki de neticede hepimizin içten içe bildiği gibi her şeye rağmen gülmek, "çözümsüz çelişkilerle belirsizlikleri soğukkanlılıkla kabullenmeyi" mümkün hale getirerek hem hayret duygumuzu diri tutuyor hem de hayatı yaşanabilir kılıyor:
Henüz ölümden kurtulmayı başaramadık. Ama bu, yine de ona gülebileceğimiz gerçeğini değiştirmez. Her şeye rağmen gülebiliriz, çünkü biz insanlar aslında kocaman ayakkabılarla ortalıkta koşuşturan küçük kızıma çok ama çok benziyoruz: Hepimiz yetişkinmiş gibi yapan çocuklarız.